Bu gün aylardır taktığım kara gözlüklerimi çıkarıp pembe
gözlüklerimi takmaya karar verdim. Kara kara baktıkça, kara kara düşündükçe
benim de içim karardı valla. Elim kolum kalkmaz, yüzüm gülmez haldeydim
aylardır. Hani madalyonun iki yüzü vardır derler ya, ben artık kara değil pembe
tarafından almaya niyetlendim işleri. Bu kararımdan beri de “Ankara’nın Bağları”
şarkısı eşliğinde oynuyorum sabahtan beri. (İşin bu tarafı şaka ama kızlar bu
şarkıyı açınca ilk defa gıcık olmadan dinlediğim gibi, eşliğinde omuzlarımı da
oynattığımı fark ettim.)
Bu gün keyifli olmamın sebeplerinden biri evde kızım ve
arkadaşının olması. İki genç kız bir arada olunca evde çalan müzik farklı
olduğu gibi, evin havası da değişik oluyor. Kahkaha sesleri, şakalaşmalar
derken ev şenlikli oluyor. Her ne kadar ben onları yalnız bırakmak için salonu
terk edip mutfağa tıkıldıysam da seslerini, konuşmalarını duyuyorum. Bütün
umursamaz havalarının arasında memleket meselelerini kendi bakış açılarına göre
konuşmuyorlar mı bayılıyorum. Mesela başörtüsü meselesini konuşuyorlardı bu
gün. Arkadaşı kızıma “ madem mesele saçın gözükmemesi, kazıtsınlar saçlarını
ama takmasınlar, sıcak yaa “ dedi. Kızım da “ olmaz, o saçlarla evde kocalarına
cazip görünmeleri lazım “ diye cevap verdi. Ben araya girip “ başörtüsünün
sebebi, dışarıda başka erkeklerin dikkatini çekmemek, sadece kendi mahreminin
yani kocasının dikkatini çekmek, ona cazip görünmek “ dedim. Kızım “ bu devirde
o kapkara çarşaflarla hiç dikkat çekmiyorlar ya, asıl böyle daha çok dikkat
çekiyorlar “ dedi. 13 yaşındaki kızlara daha fazlasını anlatamadım ama aklıma
senelerdir bende çalışan başörtülü yardımcım Gülden geldi. Gülden’in babası da
hoca dolayısı ile dini bütün bir aile. Onunla din ve Kuran üstüne yaptığımız sohbetlerde
hep der ki “ sen kapanamazsın mesela çünkü senin çevrende kapanmak dikkati
çeker. Esas dikkati çekmemek , göze çarpmamaktır. Dikkat çekecek kadar aşırı
açık giyinmedikçe başı açık ya da kapalı olmuş dine aykırılık teşkil etmez.” Üniversite
sınavına bu sene giren çok tatlı bir kızı var. Onun da başı kapalı. “Ben
zorlamadım abla, kendi öyle tercih etti. Bizde karışmak yoktur. “ dedi. İlkokul
mezunu bu kadının kızı üniversiteyi kazansın diye nasıl çabaladığını da
görüyorum. “İstanbul dışını yazacak mısınız tercihlerde? “ diye soruyorum. “
Gönlüm istemiyor ama yazacak tabii. Okusun da abla, nereye olsa gönderirim “
diyor. “Geçen seçimlerde ben AKP’ye vermiştim ama çalmak, çırpmak, kul hakkı
yemek dinimizde yoktur. Bu seçimde CHP’ye verdim” diyor. Böyle dini bütün
olsun, canımı yesin. Saygım sonsuz. Kızı da üniversite sınavına girerken onu
arayıp “ yapacaksın biliyorum, sana güvenim tam “ demiştim. Sınav sonuçları
belli olup geçtiğini öğrenince hemen beni aradılar mutlulukla. “ Hadi Gizem’cim
ikincisini de başaracaksın, eminim ben “ dediğim için evde herkese “ Yasemin
Abla’mın yüzünü kara çıkaramam, çok çalışmam lazım deyip çalışmalara hemen
başlamış. Kendi kızım kazanmış kadar mutlu olacağım eğer bir yeri kazanıp
üniversiteye girebilirse. Gülden ‘de benim kızımı çok sever. Aile olduk seneler
içinde.
Bu gün keyfime keyif katan başka bir olay ise Facebook
vasıtasıyla tanıştığım, kendisini şahsen tanımadığım 25 yaşında zehir gibi bir
genç kız. Facebook üzerinden yazarlarla genç okurları buluşturmayı hedeflemiş
bu genç kız sayesinde birçok genç insanla tanışma, sohbet etme fırsatım oldu,
oluyor. Ali İsmail Korkmaz’ın adının verildiği İzmir’de yeni açılmış bir kütüphaneye kitap toplamak için çırpınıyor.
Benden de rica etti, kütüphaneye kitabımı göndermemi. Neden olmasın? Zevkle,
keyifle. Benim için onurdur. Bu kadar kitapla iç içe olan bu kız bu gün
yazışırken “annem bana üniversiteyi okuttu, daha ne yapsın? “ dedi. O an
düşündüm. Bizlerin üniversite okuyabilecek miyiz endişelerimizden ziyade “nerede
okusak acaba? “ dertlerimiz vardı o yaşlarda. “Yurtdışında mı, yurtiçinde mi
okusak?” seçimi arasında gidip gelme lüksüyle yaşıyorduk bir kesim. Halbuki o,
ailesinin ona okuma izni vermesiyle mutlu olmuş bir genç kız. Birbirinden ne
kadar farklı iki dünya! Dün benden yazacağı bir yazı için destek istedi. Ben de
yardımcı olmaya çalışıyorum. “ Annemmm “ diye geliyor artık mesajlar. Ben mutlu
olmayayım da kim olsun? Bayılıyorum gençlere. Onlarla iç içe olmak, onlara
dokunabilmek beni hem mutlu kılıyor ve hem biraz daha genç!
Bu keyif gazıyla Oy Ve Ötesi’ne başvurup Cumhurbaşkanlığı
seçimleri için sandık gözetmeni de oldum. Takılıp durduğum kitabımda ilerlemek
ve kendimi geliştirmek adına bana faydalı olacağına inandığım bir yazı atölyesi
de buldum. Ona da katılacağım. Kafamın yattığı bir STK bulup ona da katılmayı
planlıyorum. Madem çalışmıyorum, vaktimi boşa harcamamalıyım. Kalan enerjimin
son damlasına kadar kendim için, kızım için, Türkiye için elimden geleni yapma
arzusuyla dolu içim. Ne yapabilirsem, elim, aklım neye yeterse…
Bir arkadaşımın da geçenlerde de yazdığı gibi, herkes kendi
küçük alanında nereye kadar uzanıp elinden gelenin en iyisini yaparsa, Gezi’yle
başlayan, son seçimlerle ivme kazanan değişim rüzgarına katkıda bulunabiliriz.
Yol uzun ancak pes etmeden, yorulmadan, içimizdeki iyiye ve doğruya inanarak
alacağımız yol, bizi eninde sonunda sonuca vardıracaktır. Biz 50 yaş
üstündekiler yolun sonunu göremesek bile, bayrağı devredeceğimiz gençlere yol
açık olacaktır.
Seviyorum pembe gözlüklerimi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder