31 Ocak 2015 Cumartesi

SAİT FAİK VE ADA

Adalar hep hüzünlendirmiştir beni. Koskoca denizin ortasında, dünyanın geri kalanından uzak, kendi içlerine dönük bir yaşamları vardır. Sevinçlerini, coşkularını o dört tarafı sularla kaplı toprak parçası üzerinde yaşarlar, üzüntülerini, kederlerini de aynı toprağa gömerler sessizce. Farklıdır ada insanı. Yeryüzünü kaplamış hırs, güç gibi insanı yıpratan duygulardan uzak, bir avuç insanla kurdukları, sade zevklerden oluşan, kendilerine has küçük bir dünyaları vardır. Belki de bu yüzden şehir karmaşasından yorulan insanların hep ziyaret etmeyi sevdikleri yerler olmuştur adalar. Bir süreliğine insanı yoran, boğan hayat mücadelesinden uzaklaşmak, adaların kendine özgü yavaş ritmi içinde kendi ruhlarını özgürce martıların kanatlarına takmak arzusudur belki.

Sait Faik’in öykülerinde de bu sadeliği, bu dingin ritmi bulurum. İddiasız, sakince başlayıp, yağ gibi akar öyküleri. Öyle büyük, çarpıcı olaylar yazmaz, zirve yapan finaller yapmaz Sait Faik. Dili sadedir, ağdalı cümleler kullanmaz. Zordur süslemesiz sanat yapmak. Esas beceri buradadır. Süs hatayı örter. Sadelik “Ben buradayım, bu kadarım” demektir. Herkesin birbirinden süslü maskelerin ardına kendini sakladığı bir dünyada bunu yapmak gerçekten cesaret işidir. Belki de bu yüzden, tam bu yüzden hüzünlüdür öyküleri.

Bütün bu sade dinginliğin içinde, satır aralarında, Usta’nın iç dünyasındaki fırtınaları sezerim. Zaman zaman kendini arayış, kendini beğenmeme şeklinde görülen bir kendini reddediş baş gösterir öykülerinde. Bir yalnızlık türküsü çalar fonda genelde, bir yere sığamama, bir ait olamama şarkısı çalar cümlelerinde. Babası tüccardır, kendisi de babasının desteğiyle tüccarlık yapmaya kalkar ama beceremez. Ticareti, tüccarları korkunç bulur. Lüzumsuz Adam kitabında ki Ben Ne Yapayım? öyküsünde anlatır ticaret denemesini. Ailesinin varlığına rağmen düz, sade insanlarla daha rahat eder, onların içtenliğinde huzur arar. Öykülerinde çoğunlukla bu insanlardan bahseder. Onlarla yaşamayı tercih eder ama tam olarak onlar gibi de olamaz. Hep bir öğrencidir onların dünyasında. Son Kuşlar kitabında ki Balıkçısını Bulan Olta öyküsünde köprü üstüne balık tutmaya gittiğinde balık tutamaz, oltasını daha becerikli, tanımadığını birine bırakır ve yazmaya döner.   Belki de yazar olmanın bir cilvesidir bu. Yazar hep biraz yalnızdır; gözlemleyen, görünürün altını arayan, kimsenin duymak istemediği seslere kulak veren, sessizliğe ses verendir. Ya da tam tersi, belki de böyle olduğu için yazar olur insan. Hep bir anlama, anlatma gayreti içinde dökülür satırlar kalemin ucundan. Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabında ki Hişt Hişt!.. öyküsünde “Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!.. Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın, çiçekler, böcekler, insanoğulları… “ paragrafında çok sade ama derin anlatır bu yalnızlığı.

Bir meslek, bir para kazanma olarak yapmaz yazarlığı. Hayatla başa çıkmanın yoludur sadece yazmak. Neredeyse bir şaşkınlık bile duyar, insanların onun bu kadar küçük şeyleri yazmasına karşı duyduğu ilgiyi. Gene Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabında ki Eftalikus Kahvesi adlı öyküsünde görürüz bu şaşkınlığı. Kendisine hayran genç bir yazarla karşı karşıya geldiği öyküde genç yazar kendi gençliğini temsil eder. O genç yazarda yani kendi gençliğinde hayata başlarken ki saflığını, umudunu yansıtır. Bir öykünün nasıl küçük detaylardan oluştuğunu anlatır genç yazara. Genç yazarlar için bir ders gibidir bu öykü. Öykünün sonundaki “ İşte hikâyelerimi şimdilik nasıl yazdığımı merak eden dostum, yarın incir çekirdeği doldurmayacak mevzudan yazan bir hikâyenin iyi bir hikâyesi olmayacağını yazacağına göre, bilmem hikâyem oldu mu? Olmadıysa ne yapalım? Bizim hikâye anlayışımızda böyle efendim.” paragrafında dünyaya bir meydan okuyuş da gizlidir. O dönem için geçerli olan hiçbir akıma uyum sağlamaz. Edebiyatında da yalnızdır, hayatında olduğu gibi.


Hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği Burgazada, şehre yakınlığıyla bir yandan hayatın içindeyken, ana karadan kopuk, denizin ortasında yalnız bir toprak parçasıdır. Aynen kendisi gibi… Sait Faik de yalnızlık denizinin ortasında bir adadır, hayatın içinde ama hayattan uzak...

Hiç yorum yok: