10 Ekim 2014 Cuma

ALMANYA NOTLARI -2

Blogu takip edenlerin malumu 24. Eylül’de babamı kaybettim. Baba Alman bir de Hristiyan olunca tüm alışageldiğimiz adetlerin dışında oluyor cenaze töreni. Kültürel farklılıklar bağır bağır gösteriyor kendini. Yüzde yüz Türk kültürü ile yetişmiş ben haliyle bir garip hissettim kendimi, kendi babamın cenaze töreninde. Oraya ait değilmiş gibi… Ne bileyim var ama yok gibi.

Babamın vefat haberini öğrenir öğrenmez arayan soran insanların çokluğuna şaşırdım önce. Hayatımın yıllar öncesinde kalmış insanlar bile aradı. Sağ olsunlar. Hatta uzaktan birbirimizi sevdiğimiz ama pek görüşmediğimiz bir arkadaşımı kapımın önünde görünce daha bir şaşırdım. Tepsi tepsi baklavalar, börekler geldi o gün eve. Kim gelir ki bana taziyeye? Ertesi gün de gitmeyi planladığım için, zaman içinde gelme ihtimali olan da yok. Ama adettendir diye yollamışlar. Sevgili kuzenim işten izin alıp bütün gün ve gecesini benim yanımda geçirdi mesela. Almanya’da kim yapar böyle bir şey? Kimse. Sağ olsun, o şokumun içinde bana bebekler gibi baktı canım Zeynep’im.

Bu sevgi ve ilgi yoğunluğundan çıkıp Almanya’ya vasıl oldum. İslam’da sıcaktan kokmasın diye hemen gömülme adetine karşın orada istenilen zamanda yapılabiliyor cenaze töreni. Zaten birkaç cenaze aynı güne denk gelirse hepsinin cenaze namazının bir arada kılınması gibi bir adette yok. Kilisedeki dua için gün alınıyor. Her bir cenazeye ayrı bir dua. Mezarlığın yanındaki ibadethanede yapılıyor cenaze töreni. Dolayısı ile Hristiyanlığın hangi fraksiyonuna bağlıysanız bağlı olun, aynı yerde yapılıyor. Ayrılık gayrılık yok. Herkesin kendi inancına göre papazı gelip duasını okutuyor. Hafta sonunda da cenaze kalkmadığı için bizim cenazenin günü 30 Eylül Salı’ya kalmış.

Hastalığı sırasında gitmelerim hariç, her seferinde istisnasız babamın karşıladığı havaalanında bu sefer üvey annemin karşılaması buruyor içimi. Ağustos’ta kızımla gittiğimizde bile babam geçirmişti bizi havaalanından. En son görüşüm o oldu zaten.  Üvey annem beni alır almaz “ akşam papaz gelecek eve “ dedi. Şaşırdım. Niye ki? Öyleymiş adet. En azından babamın bağlı olduğu kilisenin adeti öyleymiş. Babamın bir kiliseye bağlı olmasına bile şaşırıyorum. Küçükken babaannem ve dedemin beni kiliseye götürdüklerini hatırlıyorum ama sonraki yıllarda babamın hiç kiliseyle ilişkisi olmamıştı ki! Son birkaç yıldır gene kiliseye gitmeye başladığından bahsetti üvey annem.

Almanlarda, bizdeki gibi akın akın taziye ziyaretine gelmiyor insanlar. Ya telefonla arayıp taziyelerini iletiyorlar ya da posta kutusuna bıraktıkları taziye kartlarıyla üzüntülerini iletiyorlar. Karşı kapı komşusu bile kart atıyor. Havaalanından eve geldiğimizde posta kutusunda birkaç taziye kartı buluyoruz. Bazılarının içinden para çıkıyor. Bu ne ? diye sorunca öğreniyorum ki bu da adetmiş. Cenaze masrafları çok yüklü olduğundan, geride kalan eşe destek amaçlı para verilirmiş. Bizde cenaze evine giderken yemek götürülmesi yerine böyle bir adet. Daha mantıklı aslında. İhtiyacı olan kullanırmış, olmayan bir yere bağışlarmış. Üvey annem toplanan parayı ikiye böldü. Yarısı Alman Kanser Araştırma Vakfına gitti, diğer yarısını ise bana verdi ülkemize sığınan mültecilere yardım amaçlı göndermem için.

Akşam takım elbiseleri ve kravatları ile iki tane adam geliyor eve. Ben herhalde babamın bir ahbapları diye düşünürken anlıyorum ki bunlar papaz. Papazların cüppeleri olmaz mıydı? Babamın bağlı olduğu kilisede teoloji eğitimi alması gerekmiyormuş papazların. İncil’i hatmedip, kilisenin eğitiminden geçince görevlendirilebiliyormuş bu kişiler. Bunlar kendi işlerinin yanında gönüllü yapıyorlarmış bu görevi. Hiçbir ücret almadan, maneviyat adına yapıyorlarmış. Bu papazlarda işlerinden çıkıp gelmişler. Hem cenaze töreninde yapacakları konuşma için ölen kişi hakkında bilgi almak, hem de aileye özel dua okumak için. Duayı okuyor papazlardan genç olanı. Yumuşak, insanın içine dinginlik veren bir ses tonu var. Duanın sözlerini dinliyorum. Bizdeki dualardan farksız. Aynı şeyleri söylüyorlar. Bir kere daha tüm dinlerin temelinin aynı olduğunu düşünüyorum. Dinleri ayrıştıran insanlar ve ritüelleri. Yoksa felsefeleri aynı.

Papazlar gidince babamın bağlı olduğu kiliseyi soruyorum üvey anneme. Ne garip değil mi insanın babasının hangi kiliseye bağlı olduğunu bilmemesi? Gene o yabancılık hissi giriyor içime. Neuapostolische Kirsche diyor. Hayda böyle bir kilise mi varmış?  Kendisi Katolik olan üvey annem de çok fazla bir şey bilmiyor bu konuda. Temelleri İncil diyor. E herhalde. Başka? Aynı kiliseye bağlı olan bir tanıdığımıza soruyorum. O da görevlilerdenmiş. Hep böyle miş’li yazmak durumundayım. O kadar çok şey varmış ki babam ve çevresi hakkında bilmediğim… O uzaklık hissi hep içimde. Neyse. Bu kilise İsa’nın geri geleceğine, o geri dönünceye kadar havarilerini dünyaya yolladığına, dolayısı ile aramızda yaşayan havariler olduğuna inanıyormuş. Daha detaylı bilgi alayım diye interneti karıştırıyorum. 1863 yılında Katolik Kilisesinden ayrılıp Hamburg’da kurulmuş bir kilise. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde üyeleri var. Geri kalan inanışlar aynı. Allah’a inanırım, İsa’ya inanırım vb.

Cenaze gününe kadar sakin geçiyor günler. Gelen giden yok. Sadece arayanlara cevap veriyor üvey annem. Her telefonda bir kere daha ağlıyor kadıncağız. E kolay değil, otuz beş yıllık evliliklerinde neredeyse bir günleri ayrı geçmemiş. Çok da muhabbetli bir çiftlerdi. Durup durup “ ben şimdi kime anlatacağım? Kiminle sohbet edeceğim? Sen de gidince ben ne yapacağım?“ diye ağlıyor. Hep düşünmüşümdür cenazelerde insanlar ölen için mi ağlarlar kendileri için mi ağlarlar? Sanırım içlerinde oluşan boşluğa ağlıyor daha çok insanlar. Babamın vefatına elbette ben de üzülüyorum ama yakalandığı kanserin son evrelerini yaşamak durumunda kalmamasında teselli buluyorum. Boşluk konusuna gelince; onu hiç deşmeyelim, o çok derin bir konu…

Cenaze sabahı siyahlarımızı giyiyoruz. Orada adet öyle. Cenaze sahipleri kesin siyah giymeli, cenazeye gelenlerde mümkünse koyu renk. Öyle açık renk, allı dallı bir şey giyilmesi ayıp ve saygısız olarak algılanıyor. Hatta yas süresince en yakın aile fertlerinin siyah giymesi bekleniyor ama üvey annem, sonraki günlerde siyah pantolon üzerine giydiği desenli gömleklerle bu adeti deliyor. Bana gelince cenazede siyah giyilme adetini biliyorum ama devamını bilmediğimden yanımda öyle siyah giysiler yok. Hatta bir gün ayağımda beyaz pantolon, üzerimde yeşilli kırmızılı bir t-shirt ve ayağımda kırmızı lastik ayakkabılarımla komşuyla karşılaşınca ters bir bakışa maruz kalıyorum. Üvey annem “ kızı, Türkiye’den geldi “ şeklinde açıklama yapmak zorunda hissediyor kendini. Ne anlamsız adetler. Sen benim yüreğim kara mı değil mi ona bak. Boş ver üstü başı.

Kilise töreni babamla eşinin en sevdiği şarkı olan Spanish Eyes’la başlıyor. Üvey annem orgla çalınan ilahilerden istememiş. İyi de yapmış. Kargaşa yok, hara güre yok. Biz kapıda beklerken önümüzden geçip kiliseye girerken herkes başsağlığı diliyor. Ayrıca kapıda gelenlerin imzalaması için bir defter konmuş. Kimin geldiği belli. Beni tanıyan kadar tanımayan var. Babamın ölümünde, senelerdir gizli kalmış bir sır gibi tanıtılıyorum tanımayanlara. Bir kısım insan tuhaf tuhaf bakıyor bana. Tamamıyla Alman güruhunun içinde bir Türk. O ait olamama, yabancılık hissi beni hiç bırakmıyor. Eve gelen genç papaz töreni yönetiyor. Kısa, öz fakat dokunaklı bir konuşma yapıyor. Sonra dua ediliyor hep beraber. Ben onların duasını bilmediğimden ellerimi açıp Fatiha okudum. Bütün yaşantımız sıra dışıydı zaten. Bir tane daha ekledik böylece. Tören gene babamla ikisinin sevdiği Andreas Gabalier’in söylediği Amoi seg’ ma uns Wieder (Aşkım Tekrar Görüşeceğiz) parçası ile bitiyor.
Gene oradaki adet üzerine törenden sonra hep beraber üvey annemin organize ettiği öğle yemeğine gidiliyor. Bizdeki akşam dua ve sonrasındaki yeme-içme faslı böyle yapılıyor buralarda. Yemek sonrası kahvenin yanında babamın hayatının bir kesitinin vurgusu (belki de benim bir dokunuşum) olsun diye götürdüğüm fıstıklı lokumlar ilgi yaratıyor. Birkaç kişi artık babanın eşiyle sen mi ilgileneceksin? Burada mı kalacaksın? gibi sorular soruyor. “Kalamam, evde beni bekleyen bir kızım var ama on gün buradayım. Ondan sonra size emanet” diyorum. Kimi takdir ediyor, kimi az buluyor bu süreyi. Vefattan sonra yapılacak işlerle birinin ilgilenmesinden memnunlar ama kendilerine gelince kimsenin el uzatmaya niyetli olmadığını görüyorum. Kötülüklerinden değil. Sadece düzen öyle onlarda. Bizde ki gibi yardım etmek için kendini paralayan kimse yok. Herkes bireysel yaşıyor.

Çay kahve faslı bittikten sonra dağılıyor herkes. Evli evine köylü köyüne. Bizde cenazenin en yakın iki kişisi olarak yalnız eve dönüyoruz. Birimiz onun son otuz beş senesinin gün be gün yanında olan eşi, diğerimiz ise yedi yaşından beri senede bir kere tatillerde gördüğü kızı.

“ Du warst sein Himmel “ dedi bana üvey annem.” Sen onun gökyüzüydün. Seni o kadar güçlü bulur o kadar güvenirdi ki, sana karışmaya gerek duymazdı. Senin her zaman ne yaptığını bildiğini bilir, her zaman doğruyu yapacağına inanırdı. “


Ah! Babam… Bir bilsen…

1 yorum:

neslihan öncel dedi ki...

Yasemn hanim, gecen yıl babasını kaybeden biri olarak sizi anlayabiliyorum. Ne guzel yazmışsınız, ne kadar güzel anlatmissiniz hislerinizi. Basiniz sağolsun. Allah size ve guzel kiziniza sağlıklı, mutlu ve huzurlu ömürler versin.