Memlekete vasıl olduk.
24 Eylül’de babamın vefat haberini alır almaz apar topar
gittiğim Almanya’da geçirdiğim duygu yoğun, ölüm, hüzün, keder kaplı günlerden
sonra dün akşam döndüm. Gelince orada yaşadıklarımı, kültürel farklılıklarımızı
yansıtan bir yazı yazmaya niyetliyken sabah bilgisayarımı açar açmaz
karşılaştığım protesto, ölüm, sıkıyönetim haberlerinden sonra yazının içeriği
değişti maalesef.
Her ne kadar Almanya’da da olsa insan Türkiye’den fazla uzak
hissedemiyor kendini. Her sokakta muhakkak bulunan Türk dükkânları, sokaklarda
neredeyse Alman nüfusu kadar çoğu başörtülü mevcut Türklerle, televizyonda
karşınıza çıkan sunucu, komedyen ya da vatandaş Türklerle Almanya’da kurulmuş
küçük bir Türk Cumhuriyeti içinde hissediyor insan kendini. Özellikle de son
günlerde tüm dünyanın odak noktası olan Kobane olaylarından dolayı her gün ilk
haber olarak Kobane ve Erdoğan’ı görüyorsunuz televizyonlarda.
Her akşam televizyondaki tartışma programlarında Alman
hükümetinin Suriyeli mültecilere neden yeterli destek vermediği, daha fazla
verilip verilemeyeceği tartışılıyor. Engisizyon mahkemesi gibi birçok kişinin
karşısına oturtulmuş hükümet yetkilisi sorguya çekiliyor. Öyle kibarca falan da
değil, dan dan fikrini söylüyor herkes. Bir devlet kanalındaki haber sunucusu
epey paraladı hükümet yetkilini mesela. Hükümet yetkilileri söz birliği
etmişlercesine ki etmişlerdir hep aynı cevabı veriyorlar. “Biz Avrupa ülkeleri
arasında en fazla mülteci kabul eden ve yardım gönderen ülkeyiz. “ Kabul edilen
mülteci sayısı 50.000. Buna karşılık olarak ekonomik olarak daha fakir olan Türkiye’nin
2 milyona yakın mülteciyi kabul ettiği ve her gün akın akın gelmekte olan
mültecilere de hala kapısının açık olduğu söylendiğinde tipik bir politikacı
olarak lafı dolandırıp dolandırıp sonuçta pek bir şey söyleyemiyorlar. Diyebildikleri
“ancak bu kadar insana kalacak yer sağlayabiliyoruz. Mültecileri kabul etmek
işi çözmez. Çözülmesi gereken oradaki meseledir ki insanlar evlerinde,
yurtlarında rahatça yaşayabilsinler. “ Bu dedikleri çok güzel de meselenin
çözülmesi için ne yapıyorlar orası meçhul. Yeşiller Partisinin Türk sözcüsü
Özdemir “olaya politik değil, insani bakmak lazım “ dediğinde büyük alkış
alıyor seyircilerden.
Türkiye’nin İŞİD’e karşı askeri müdahalede bulunmamasına
öfkeliler Almanlar.” Olaylar sınırınızda yaşanıyor, Kobane düştü mü
kapınızdalar, size de bulaşacak bu konu “ diye sanki bizi korur amaçlı bir
söylemleri varsa da İŞİD dalgasının tüm dünyayı saracağı ve kendi ülkelerine de
geleceği konusunda endişeleri var. Asker gönderme konusu ise hiç yok. Önce hele
bir Türkiye adım atsın, biz de arkadan destek veririz havasındalar. Ancak İŞİD’in
İslami bir örgüt olması ve Türkiye’nin de bir İslam devleti olmasından bir paralellik
kurup genel olarak Türklere karşı bir nefret, öfke hâkim. Zaten yıllar içinde
ülkelerini işgal etmiş, Almanlarla kaynaşmayı reddeden Türkleri pek sevdikleri
söylenemez. Şu anda yaşananlar duygularını pekiştiriyor sadece.
Bu arada, burada bahsi geçti mi bilmiyorum ama Hong Kong’ta
da üniversiteli gençler demokrasi için oturma eylemi yaptılar bir hafta
boyunca. Tam bir Gezi Parkı havasında, gençler sokaklarda yaşadılar. Hükümet
sürekli dağılın uyarısı yaptı, ufak tefek polisle gençler arasında itişmeler
yaşandı ama ben ne TOMA ne de gaz fişeği gördüm. Her ne kadar hükümet taviz
vermeyeceğini belli ettiyse de, gençlerin sözcüleri ile hükümet arasında
görüşmeler başladı. Bir yere varır mı? Sanmıyorum. Oradaki gençlerle röportaj
yapıldığında “ neden buradasınız? “ sorusuna “ ya şimdi ya hiç, bunu yapmak
zorundayız “ cevabını verdi çoğu. Destek veren daha orta yaşlı grup ise “
gençleri korumak, desteklemek için buradayız. Ne kadar kalabalık olursak bize
dokunmaları o kadar az mümkün olur “ diyerek desteklerini gösterdiler. Kendimi Gezi
Parkı olaylarında sandım. Görülüyor ki Brezilya, Mısır, Türkiye, Hong Kong
derken tüm dünya gençliğinde bir hareketlenme var. Bunun sonuçlarını hemen
alamasak da bir gün alacağız elbette. Bir gün gelecek, mıh gibi koltuklarına
çakılmış siyasiler o koltukları boşaltıp yerlerini bu günkü gençlere
bırakacaklar. Biz değilse bile çocuklarımız meyvelerini yiyecekler inşallah.
Üç ay gibi kısa bir sürede babamı kaybettim. İnsanın
üzülmemesi imkânsız. Ancak şu anda yaşanan acımasızca ölümleri, perişan olmuş
bir halkı, fakirliği, adaletsizliği, acımasızlığı gördükçe iyi bir hayat
yaşamış, yetmiş dokuz yaşına ulaşmış, doğanın kanunu gereği vakti gelmiş
babamın ölümüne alışıldığı gibi yas tutamıyorum. İçin için İkinci Dünya Savaşı’nı
yaşamış babamın, bu günleri ve bizi bekleyen daha da kötü günleri görmeden bu
dünyadan veda edişine seviniyorum bile.
Ne İslamın ne Hristiyanlığın ne de her hangi bir dinin bu
kadar insanlık dışı bir acımasızlığa zemin olabileceğine inanmıyorum. Sadece
insanın içine yerleşmiş “güç” olgusunun, her dinin temeli olan on emire baskın
gelmesi olarak görüyorum. Din gibi temelinde sevgi, iyilik, hoşgörü, affetme,
paylaşım olması gereken bir olgunun bu gün yaşananlara zemin olması ise çok
hazin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder