31 Mayıs Cuma
sabahı, her zamanki gibi kızımı okula yollayıp bilgisayarımın başına geçtiğimde
benim için sıradan bir gündü. O günün
sıradanlığını bozan tek şey, ertesi günü İzmir’de yapılacak imza günü için öğle
saatlerinde İzmir’e gidecek olmamdı. Bir yandan sosyal medya üzerindeki ıvır
zıvıra bakarken günlük haberleri dinlemek amacıyla televizyonu da açmıştım.
Bilgisayarımın açılmasını beklerken fondaki ses sıradan normal haberler
aktarmakla meşguldu. Facebook hesabıma ulaştığımda ise bambaşka bir manzara ile
karşılaştım. Herkes sabaha karşı Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmesine karşı birkaç
gündür oturma eylemi yapan gençlere karşı gazlı müdahale yapan polislerden
bahsediyor, daha sabahın erken saati olması sebebiyle ortada çok net bir bilgi
dolaşmıyordu. Şaşkınlıkla televizyon kanalları arasında dolaştım ama orada
herhangi bir açıklama yoktu.
İtiraf
etmeliyim ki birkaç gündür süren oturma eylemini okumuş, gençlerin bu çabasını
takdir etmiş ama üzerinde de durmamıştım. Her zaman ki gibi bu birkaç iyi
niyetli gencin çabalarının sonuçsuz kalacağına, her zaman ki gibi devletin gene
kendi bildiğini okuyacağını düşünmüştüm üzerimde senelerdir birikmiş
yılgınlıkla. Sosyal medya üzerinde o sabah okuduğum haberlere de yılların
verdiği alışkanlıkla, çok aşırı bir tepki göstermeyip sadece “ gene devlet
anlamsız tepkisini gösterdi, bıraksalardı çocukları, heveslerini alsalardı.
Nasıl olsa birkaç gün sonra bırakacaklardı eylemi” gibi sığ bir düşünceyi
aklımdan geçirdim. Sonra da döndüm kendi dünyama, İzmir yolculuğu için
hazırlıklarıma devama…
O saatten
sonra havaalanı, İzmir’e uçuş derken olaylardan bihaber devam ettim günüme.
Hatta İzmir’e vardığımda o seyahatim süresince evinde kalacağım arkadaşımla
Havaş’ın hemen orada bulunan Mado’da buluşup (maalesef) geçmiş senelerin
boşluğunu doldurduk sohbetle. Eve geldiğimizde de eşi de katılınca geceye kadar
sürdü bu dünyadan bihaber sohbetimiz. Sabah erken kalkmış ve yolculuk yapmış
olmanın verdiği yorgunlukla saat 22:00 civarı yatmaya giderken, alışkanlıkla
cep telefonumdan neler olmuş Facebook’ta diye bakınca gördüm ki yer yerinden yıkılıyor.
Hemen arkadaşlarıma da olan biteni anlatıp geçtik televizyonun başına.
Gördüklerimiz, duyduklarımız karşısında dilimiz tutuldu. Bir süre üçümüzde hiç
konuşamadan bakakaldık Halk TV ekranına… Diğer kanallarda ne haber var diye
oradan oraya geziniyoruz ama diğer kanallarda diziler, şarkılar türküler devam
ediyor olağan haliyle...
Yaklaşık bir
saat sonra şaşkınlığımız geçtikten sonra başlayabildik konuşmaya, yorum yapmaya…
Beynimin içinden sürekli “ Neden? Neden bu masum çocuklara böyle zalimce
saldırır devlet? “ sorusu geçiyor, son derece masumane bir dürtüyle inançları
doğrultusunda yola çıkmış bu gençlerin, karşılaştıkları bu vahşi davranış karşısında
alacakları yaraların gelecekleri için onlara ne kadar zarar vereceğini düşünüyorum
o an. Siyasetle fazla ilgili olmayan ben, sade bir vatandaş olarak insani bir
tepkiyle seyrediyorum olayları. İçimde hayal kırıklığının beslediği bir öfkenin
büyüdüğünü hissediyorum. Bu konularda daha bilgili olan Levent’in
anlattıklarını can kulağı ile dinliyorum. Anlamaya çalışıyorum. Her şeyi,
devleti, gençleri, dünleri, yarınları…
Sonra
yaşananlar herkesçe malum… Bu süreç içinde hepimiz çeşitli duygu
fırtınalarından geçtik. Tüm Türkiye’nin, evde zorla tutulan %50’de dahil olmak
üzere, herkese öfke duygusu hakim oldu. Sağolsunlar
ki bu aklıevvel gençler bize sağduyulu olmayı, sakin kalmamız gerektiğini,
şiddete karşı şiddetle cevap vermenin bir çözüm olmadığını gösterdiler. Biz, 50
yaş üstü insanlar, geçmiş zamanlarda çeşitli zorlu dönemlerden geçmiş ve hep
bir korkuyla ebeveynlerimiz tarafından bastırıldığımız için, bu yeni rüzgara
hemen adapte olduk. Zamanında bize tanınmayan özgürlükleri çocuklarımız için
istediğimizden, son zamanlarda üzerimize serpilmiş ölü toprağından bir anda
silkinerek onların yanında yer aldık. Son dönemde, özellikle de 2010
referandumunda “yetmez ama evetçiler” sayesinde yargının bağımsızlığı
gittiğinden beri, elimde 12 yaşında bir kız çocuğu sahibi olarak, üzerime
çökmüş yılgınlıktan sıyrılmam gerektiğini, sadece kendi çocuğum için değil, bu
ülkenin tüm gençleri için, kendim için, bizim için, bu ülke topraklarında
doğmuş, bu bayrağın altında toplanan her Türk vatandaşı için, bir kişiden ne olur
ki düşüncesine kapılmadan, bu mücadelenin yanında yer almak gerekliliğini
gördüm. Ben çuvaldızı en önce kendime batırarak, ülkenin geleceği konusunda
yeterli bilgi ve donanıma sahip olmadığımı bildiğimden, günlerdir sürekli
okuyorum, bu konuda bilgisine ve vizyonuna inandığım kişilerle konuşuyorum.
Anlattıklarını can kulağı ile dinliyorum. Kendi süzgecimden geçiriyorum. Karşı
tarafı daha iyi anlamak adına mümkün mertebe onları da okumaya çalışıyorum. Kendimi
geliştirmeye çalışıyorum. Mevcut kapasitemle, yeteneklerim ve bilgimle yapabileceklerimi
bu ülkenin geleceğinin hizmetine sunmaya kararlıyım. Korkunun, baskının altında
sindirilmiş ruhlarımızı aydınlığa çıkarmanın zamanının çoktan geldiğini
görüyorum. Bunu bizlere hatırlatan gençlere minnetimi sunuyorum.
Ben, Yasemin
Pforr, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, yolumun her zaman adalet ve
sevgiden yana olduğunu buradan herkese bildiriyorum. Bu yolda yürüyecek, bu
yoldan asla ve asla sapmayacak insanlarla fikir ve elbirliği içinde olduğumu beyan
ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder