Herkes yazıyor, çiziyor. Gazeteci, yazar olan olmayan… Herkeste bir iç dökme hali… Ne kadar
doluymuşuz, ne kadar susmuşuz! Her dönem ülkemizde olan olağanüstü durumların
sonucunda “korku” ile bir bastırılmışlık hali mevcutmuş hepimizde. Herkes
kendine yakın söylemlere sempati duymuş ama bunların da bazı söylemlerini
sorgulasa bile “çevre baskısı” ile konuşmamış, susmuş. Çekirdek ailelerde bile
olan “ Sen sus, büyüklere cevap verilmez. Küçükler konuşmaz “ öğretisi tüm
hayatımızda geçerli olmuş. Susmuşuz cümleten, büyüklerimiz bilir diyerek…
Yazılanları okudukça çoğunluğun “ üzerimizden ölü toprağı
kalktı “ , “ bu çocuklar bizi de uyandırdı” , “ çocuklarımızdan özür dileriz “söylemlerinde
birleştiğini görüyorum. Düne kadar facebook, twitter gibi sosyal medya
ortamlarını kullananları, bunların başından kalkmayan çocuklarını
eleştirenlerin bu gün bu ortamlar vesilesi ile sustuklarını söylediklerini
görüyorum.
Artık Y kuşağı mıdır yoksa kristal çocuklar mıdır, ben
bilemem, anlamam da o işlerden, onlar bizim çocuklarımız… Biz yetiştirdik
onları… Kendi gençliğimizde hissettiğimiz bastırılmışlık duygusunu onlar
yaşamasın diye özgür bıraktık. Her ne kadar temel değerlerini biz verdiysek de
bu çocuklar daha üç yaşlarından itibaren internetle tanıştılar. Hızır gibiler…
Eminim çoğumuzun evinde “ oğlum, kızım gel şuna bir bak. Ben anlamıyorum ne
diyor, bir hallediver” muhabbetleri geçmiştir. Bu çocuklar temel değerlerini
aileden almış da olsalar internet vasıtası ile dünya ile irtibatta olarak kendi
kişiliklerini oluşturan değerleri, buralardan edindikleri bilgileri
süzgeçleyerek oluşturdular. Bir evvel ki yazımda da yazdığım gibi bize sadece
eşlik etmek düştü. Anlamasak bile saygı gösterebilenlerimiz çocukları ile iyi
ilişkiler kurabildiler. Anlamayıp baskıya devam edenlerimiz ise çocuklarının
içindeki özgürlük duygusunu daha da törpülediler bilinçsizce.
Bize gelince, “ölü toprağı kalktı üstümüzden “ söylemine
katılıyorum. Daha onbeş gün öncesine kadar henüz hayata atılmamış çocukları
olanlar, bir araya geldiklerinde sürekli karamsar söylemler içinde “ çocukları
için gelecek kaygısını paylaşıyorlardı birbirleri ile. Yurtdışına yerleşme
planları gırla gidiyordu bir çoğumuzda… Dün çocuklarını hiçbir surette ama imkansızlıktan
ama yaşayacağı yerde okusun diye düşünmekten, yurtdışında okutma planları
yapmayanlar, bütün planlarını değiştirerek çocuklarını nasıl yurtdışında
okuturlar hesabı yapmaya başlamıştı. İmkanları olmayanlar bile “nasıl imkan
yaratırım?” ın peşine düşmüştü.
Kendimize ait pek bir beklenti de kalmamıştı hayattan. Günlük yaşayıp
gidiyorduk işte. Yarının nelere gebe olacağını bilmeyerek… Her gün yeni bir
sürprize uyanarak… Her gelen yeni
haberle daha da umutsuzluğa kapılarak… Bazılarımız seslerini kah yazarak, kah
Cumhuriyet mitinglerinde bayraklarını alarak seslerini çıkarmaya çalıştılar.
Ama hep bir lider bekledik. Hep bizi alıp sürükleyecek bir oluşum bekledik.
Öyle alışmıştık, öyle biliyorduk. Bu direnişle beraber, en azından kendi adıma
söyleyeyim, geleceğe dair bir umut yeşerdi içimde. Her gün uyuşuk bir şekilde
isteksiz başlarken güne şimdi daha dinç, inançlı ve enerjik başlıyorum güne.
Bu çocuklar bize lidersiz de başkaldırılabileceğini, liderin
kendi inançları olduklarını gösterdiler. Ortak değerlere sahip bu çocuklar, kendileri ile aynı
değerlere sahip insanları , yaş , din, dil, ırk, söylem farkı gözetmeden kendi
etraflarında topladılar. Sevgi, saygı, özgürlük, hoşgörü gibi tüm dinlerin
özünde yatan, yatması gereken erdemlerin etrafında birleştiler. Biz suskun
kuşağı da dirilttiler. Ne garip tezattır ki, dinin üstünlüğünü savunan
hükümetimizi, bu dini temel unsurları savunmalarına rağmen karşılarında
buldular… Ne acı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder