İmza: Kızın adlı kitabı okuyorum. Sevgili arkadaşım Banu
Noyan’ın içinde kendi yazısı da olan bu kitabı hediye etmesiyle başladı babalar
ve kızlarına yolculuğum. Yaşları 8 ile 85 arasında değişen, değişik
sosyokültürel yapılardan gelen bu kızların babalarına yazdıkları mektuplardan
oluşuyor kitap. Aynı şekilde babalar ve oğulları, anneler ve kızları, anneler
ve oğulları diye de olsa bu proje neler çıkar kimbilir diye geçmiyorda değil
aklımdan.
Kitapta birer, ikişer sayfa yazılan mektuplarda öyle
hikayeler var ki satır aralarına gizlenmiş; kimi gözlerinizi yaşartan, kimi
içinizi kıskançlık hissiyle dolduran…
Herkesin kendi babasıyla olan hikayesine göre şekil alan… Bazılarında
deşseniz roman çıkar hissine kapılıyorsunuz, bazılarında ise muhakkak bunu “baba”
olmayı bilemeyenlere okutmalı diyorsunuz. Okuru bir duvardan bir duvara
çarpıyor özetle.
Kitabı okurken ben ne yazardım babama diye düşündüm.
Açıkçası yazacak pek bir şey bulamadım. Şartların getirdiği uzaklık nedeniyle
pek paylaşım içinde olmayan bir hayatımız oldu babamla. Mektupların bazılarında
olan eksiklik duygusu bende var mı, bilmiyorum. Bu belki de hem anne hem baba
rolünü üstlenmiş annemin babalık rolünü daha iyi becermesinden olabilir. Bir
arada yaşamak nasip olmayınca, ondan feyz almak, nasihatlerini dinlemek,
sıcaklığına sığınmak, dertleşmek gibi imkanlarım olamadı. Bu duyguyu hiç
bilmediğim için eksikliğini de hissetmedim sanırım. Fakat derinlerde gizli,
saklı bir duygu var ki herhalde, kızımın babasının “iyi baba “ olmasını çok
önemsiyorum. Arkadaşlarım arasından da “iyi babalar” ı çok takdir ediyorum.
İlişkilerimde ise “ çocuğum senden önce gelir “ diyen bir erkeğe saygım daha da
artıyor.
Bütün bu yoksunluğa rağmen babamın en sevdiğim özelliği, aldığım
her kararı, attığım her adımı sorgusuz sualsiz kabullenmesi. Alman olması nedeni ile onsekiz yaşından sonra
çocuklara karışmama prensibini edinmiş de olsa, bu davranışın arkasında bana
olan güvenini seziyorum. Ne eşlerimden boşanmamı ne de işimden ayrılmamı
yargıladı. Sadece tek endişesi aç kalıp kalmayacağımdı. Kendisi 2. Dünya savaşı
yıllarında çok aç kaldığından bu endişesi normal. Her ne kadar Türkçesi çok
zayıf olduğundan okuyamasa da kitabımı gördüğünde benimle çok gurur duyduğunu
da biliyorum. Beni çok sevdiğini bildiğim gibi… Belki de sessiz bir ilişki
bizimkisi…
Gene de bu uzaklığın, bu beraber yaşama imkanımızın
olmayışından olsa gerek kitabın ilk yazısını yazan Prof. Dr. Bengi Semerci’nin “Baba,
onun aklındaki, gönlündeki erkeği şekillendirir” cümlesinde takılıp kaldım. Benim önümde bana
örnek olacak bir baba olamayışından sanırım, iki eşim birbirinden çok farklı
karakterlerdeydi. Belki de bir arayıştı beni bu farklılıklara iten. Ve gene
sanırım baba şefkatinden yoksun büyüyüşüm bende bir erkekte şefkat, ilgi,
koruma, kollanma, sahiplenme hissi aratan. Bir sürü belki…
Ama öyle ama böyle görüyorum ki anne ve babanın yarının
büyükleri olacak çocuklarımızda etkisi büyük. İkisininde kendine düşen rollerin
çocuğa yansıması, çocuk büyüdüğünde yaşayacağı hayatı , yaşamdaki duruşunu çok
etkiliyor. Anneninde babanında görevleri farklı… Birisi eksik oldu mu çocuğun
payına düşen eksiklik duygusu oluyor istemeden. Özellikle de varken yok
olanların evlatlarına…
Yasemin Hanımcığım, hayatın ince kabartılarına iğne batırıp, onları pıtır pıtır düzeltmenize hayranım. Yatırdınız hayatı masaya, detaylı bir operasyon yapmaktasınız. Kolay gelsin. Rast gelsin.
YanıtlaSilSEVİL BAYER
Hayatın ele aldığınız bu bölümünü de , yine çok yalın ve yine çok etkili dile getirmişsiniz Yasemin Hanım .
YanıtlaSilAcilen tüm duygularını uzun uzun ifade ettiği bir mektup yazdırmalıyım kızıma.
Kimbilir,bakarsınız onun kitabının ilk bölümü olur bu mektup
http://www.hepsiburada.com/liste/imzakarin/productDetails.aspx?productId=kdestek71387&categoryId=1501708 bu da karın versiyonu gibi:)
YanıtlaSil