KİTAP YORUMLARI

ÖYKÜ

6 DAKİKA

4 Kasım 2018 Pazar

TORONTO GÜNLÜKLERİ - 10

Okulun acı kaybının üstünden bir kaç gün geçti ve hayat normale döndü. Hayat böyle bir şey! Ne kadar üzülsek de yaşam akmaya devam ediyor. İki günlük duraksamadan sonra biz de kendi akışımıza döndük.

Burada kimse kimseyle kaynaşmıyor dedim ya, yok sen yanlış biliyorsun dercesine aynı gün aynı metroda iki çifti gözümün içine soktu Allah. Hemen yanımdaki kız Uzakdoğulu erkek Kanadalı gibi duruyordu. Kanadalı değilse bile Uzakdoğulu değildi yani. Yeni evli olmalılar. İkisi de şık şıkıdım giyinmiş Cumartesi gezmesine çıkıyorlar, yol boyunca sohbet muhabbet, sarılmalar öpüşmeler falan. Allah muhabbetlerini daim etsin, güzel bir çifttiler. Bu arada burada bütün evliler küçük veya büyük bir tek taş ve alyans bir arada takıyorlar, özellikle gençler. Belki bizde de öyledir ama dikkat etmemişim demek ki. Kızın orta boy tek taşı pırıl pırıl parlıyordu. Zayıf, upuzun simsiyah saçlar omuzlardan dökülüyor, bayağı güzel bir kızdı. Koca da yakışıklıca, uzun boylu falan. Devamlı kesmek ayıp olacağından önüme bakayım dedim. Hemen karşımda ise bu sefer Güney Amerikalı genç bir kadın, Kanadalı kocası, pusette bir çocuk, adamın ellerinde poşetler hayatlarından bezmiş vaziyette oturuyorlardı. Kadının tek taşı küçük ve mat ama illa parmakta. İkisinin de surat ifadesi, bir şey giymiş olmak için üste öylesine geçirilmiş kıyafetleri, birbirleriyle tek kelime etmeden boş gözlerle önlerine bakışları bende yanımdaki o mutlu, yeni evli çiftin bir kaç sene sonra bu çift gibi olup olmayacağı sorusunu uyandırdı. Böyle mi oluyor evlilikler? Aynı heyecanı, sevgiyi, saygıyı devam ettirmenin bir yolu yok mu? Vardır elbet. Vardır olmasına da zor zanaat anladığım.

Neyse aynı Cumartesi, herkes gezmelere gider de ben gitmem mi? Ben de Guernica Yayınevi'nin 40. yıl kutlamasına gidiyordum o gün. Öyle fazla şaşaa gösteriş olmadan yayınevine bağlı yazarların  kısa konuşmalarından sonra da küçük bir kokteylle kutladılar. Konuşmacı olan bütün yazarlar göçmen yazarlardı. Kendi eserlerinden minik pasajlar ya da şiirlerinden bir şiir okudular. Kimini çok beğendim, kimini hiç beğenmedim. Davetlilerin çoğu da başka yazarlardı zaten. Kokteyl sırasında bazı yazarlarla konuşma fırsatı yakaladım. Türk olduğumu duymak ilgilerini çekti. Beni bu etkinliğe davet eden annemin Hintli tanıdığı beni yazar diye tanıtınca beni bir şey sandılar :))) Bozuntuya vermedim tabii. Allahtan bir tane kitabım var. Bir kitabım var, ikincisi üzerinde çalışıyorum. Bu arada da kendi çıkardığımız aylık fanzinde yazıyorum falanla geçiştirdim mecburen. İlk gelen soru Fanzin, o ne? oldu genelde. Ne olduğunu anlatınca herhalde anlamadıklarından ohhh! I see nidalarıyla diğer sorulara geçmece. İlginç bir şekilde Türk okurlarını iyi buluyorlar. Türkiye iyi bir pazar dedi bir yayıncı. Biz ise kimse kitap okumuyor diye söyleniyoruz. Bir çelişki var ama... Göçmenlerin oluşturduğu bir ülke olduğu için göçmen, mülteci hikayelerini dikkatlerini çekiyor. Ooo dedim bizim yazarlar buranın yolunu bulsalar ihya olurlar. Bizim topraklarda geçmiş ve güncel istemediğin kadar göç öyküsü var. Hani diye geçti aklımdan öyle bir antoloji hazırlayıp sunsak mı bu yayınevine. Belli mi olur? Hayalini kurmakla başlar herşey. Yani onca yazarın içinde Hintlisi, Çinlisi, İtalyanı, Nijeryalısı, Dominiklisi olup bir tane Türk yazar olmayınca... Bu arada şimdiye kadar göz gezdirdiğim kadarıyla, dediğimde çok iddialı değilim henüz ama bizim yazarların edebiyatları bunlarınkinin yanında yıldızlı pekiyi alır bence. Neyse çok laf etmeyeyim, bunu iddia edecek kadar çok kitap okumadım hala ama ilk intiba diyelim.

O gece kar yağdı memlekete. Zaten yağmurlu ve soğuktu sonra kara çevirdi. Hava soğuk, metro hattında tamirat var mecburen Uber'e atlayıp eve gittim. Uber'in şoförü dünya tatlısı Somalili bir üniversite öğrencisi çıktı. Şu anda 3. sınıfta Kriminoloji ve Siyaset Bilimi çift dal yapıyormuş. Bitirince Hukuk okuyacakmış. Sonra da Birleşmiş Milletler'de çalışma hayali var. Helal dedim helal! Kanadalı olduğu için okulu 16.000 CAD'mış. Benim kız sorduydu; yabancılara ise seçtiğin dala göre 36.000 - 52.000CAD'cık üniversite. Neyse çok pahalı okul dedi, çalışıp okul paramı çıkarmam lazım diyor. Aileme çok yük olamam. Şöyle bir iç çektim... Ayrıca tanıştığım yazarların kimilerinin geçmişlerine baktım. Valla hepsi iyi üniversitelerin İngilizce Filoloji mezunu kimisi masterını da yapmış falan. Alaylı yazar pek görmedim. Tabii yetenek de lazım ama sadece yetenekle olmuyor işte. Göçmen olup buraya gelen ülkenin de onlara sağladığı imkanlarla mümkün mertebe iyi eğitim almaya çalışıyorlar. eğitim çok önemli burada.

Havalar soğumaya doğru durunca ne olur ne olmaz diye hemen kendime kışlık bot aldım. Burada içi polarlı taytlar var. Aman bulunsun. Ondan da aldım. Bazı günler hava 5-6 derece gösterse bile yağmur ve rüzgardan daha soğuk hissediyor insan. Valla pantolon altı uzun çorap giyiyorum bazen. Esas soğuklar gelince ne yapacağım bilmem. Herhalde bir şekilde toplu alışveriş yapıp bir hafta evden çıkmamaca :)) Geçtiğimiz hafta da epey yağmur olduğu için mecburiyetler dışında pek çıkmayıp kendimi okumalara verdim. İki kitap bitti. Şimdi uzaktan kumanda Türkiye'de bir atölye yapacağım için biraz Türkçe okumam lazım. Yaşasın Leyla Erbil! Burada laf ettiğim kütüphanede buldum Leyla Erbil'in bir kitabını. Vallahi de Türkçe kitap varmış kütüphanede. Boşuna ayağa kaldırmışım milleti. Olsun, elli kitap daha gönderildi kütüphaneye bu aksiyon sonucunda. Buna seviniyorum çünkü bazen Türkçe okumayı özlüyorum. Hep İngilizce okumak düşüncelerimin de İngilizce akmasına sebep oluyor. Hayır düzgün bir İngilizceyle aksa yanmayacağım, hatta bu fırsattan yararlanıp belki iki üç satır yazacağım ama öyle de değil.

Buraya gelirken tam ne yapacağımı bilmeden gelmiştim. Hiç bir şey yapamazsam yazmaya çalışırım diyordum. Yazma konusunda başarılı olduğumu söylemem. Her yazmaya çalıştığımda iki dil birbirine giriyor. Ancak bir şekilde gene edebiyatla haşır neşir buldum kendimi. Akışa inanan biri olduğum için bu yolculuk beni bir yere, muhtemelen edebiyat ya da kitaplarla ilgili doğru bir şeye götürecek herhalde. Hele bir de Ankara Kitaplığı'nda öykü atölyesi yaparsam. Tabii. talep olursa... Bakalım, heyecanla bekliyorum su nereye doğru akacak?

Her Çocuk Bir Tohum Projesi ise uzaktan kumanda tabii ki devam ediyor. Öğretmenlerimizden çok güzel resimler, haberler geliyor. Sabah kalkıp telefonu açar açmaz bir sürü mesaj düşüyor. O anı çok seviyorum. Öğlene kadar kâh projeyle ilgili, kâh sosyal, kâh Kiltablet'le ilgili yazışmalar, konuşmalarla yarılanıyor gün. E biraz temizlik, yemek, bulaşık falan sıkılmaya da pek vakit yok yani. İşin ne güzel tarafı ütü yok memlekette. Çamaşırlar yıkanıyor (Cuma günleri çamaşır günüm) kurutmaya atılıyor ve inanmazsınız buruşuk çıkmıyor ya! Hele de şöyle elinle düzleyip bir saat son nemi gitsin diye bir yere serersen mis gibi oluyor. Jilet gibi değil ama buruşuk da değil. Ben oldum olası ütü sevmem, pek seviniyorum bu işe. Tabii yanımda gömlek getirmediğimden de kolay oluyor. Akıllı kadınım vesselam :)))

Anlaşılan fazla ara vermeye de gelmiyor bu günlüklere yoksa böyle alıyor başını gidiyor yazı. Başınızı ağrıttıysam affola!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder