Yazının başlığından gene mi Almanya dediğinizi duyar
gibiyim. Duygu yoğunluğu ile bir yerde olunca, insanın bakışı, gözlemleyişi
farklı oluyor haliyle. Yürek kapılarınız açık olduğundan, dokunabiliyor bazı
şeyler. Öyle esip geçmiyor rüzgâr, bir kar fırtınası gibi içinizi titretiyor.
Sarıyor, dokunuyor, deliyor…
Bu sefer Almanya’ya cenaze için gittiğimden, birçok insanı
görme, onlarla sohbet etme ve inceleme fırsatım oldu. Bu insanların çoğunluğu,
babamın yaşı nedeniyle, yetmiş yaş üstü olmakla beraber, onların çocukları,
torunları derken geniş bir yaş yelpazesini kapsıyordu. Dikkatimi çeken ilk şey,
bu kadar kalabalığın içinde, eşleri vefat etmişlerin haricinde kimsenin yalnız
olmayışıydı. Çoğunluğu hala ilk eşleriyle evli, bazıları ise ikinci evlilikleri
ya da beraberliklerindeydi. Hayat arkadaşı kavramının iyice yerleştiği ve
kanuni haklara sahip olduğu bir ülke Almanya. Dolayısı ile kağıt üzerinde
imzaları olmasa da yıllardır hayat arkadaşlığı yapan çiftlere de evli diye
bakıyorum ben. Gönülden evlenmişler, imzaya ne gerek? Zaten oldum olası,
sevmemişimdir bu imza işini.
Daha da güzeli, bu çiftlerin kadınlarında bir mutsuzluk
emaresi görmeyişimdi. Daha açık bir ifadeyle, erkekleri tarafından geride
bırakılmışlık, ezilmişlik, bastırılmışlık sezilmiyordu kadınlarda. Birbirleri
ile iletişimlerine baktığımda kadınla erkeğin eşit olduğu bir birliktelik
görülüyordu. Birbirlerine önce insan, sonra kadın veya erkek diye bakıyorlardı.
Hiçbir erkekte “sen anlamazsın”, “ sen benim bir adım gerimde dur “ duruş,
hükümran bir tavır yoktu. Eşlerine karşı büyük bir saygı seziliyordu. Gencinde
de yaşlısında da. Aramızda en genç olan, yirmi beş yaşındaki, üvey annemin
yeğeninin oğlunun bile yeni kız arkadaşıyla son derece düzgün bir ilişkisi
olduğu gözlemlenebiliyordu. Zaten aile de, oğullarının bu ilişkisine saygı
duyuyor, daha birkaç gün evvel, kızın doğum günü için onu aradıklarını ve
oğulları vasıtasıyla hediye gönderdiklerini anlattı. Ailenin bu saygısı, oğlana
da yansımış, o da aynı sevgi ve saygı çerçevesinde davranıyordu.
Hatta bir tanıdıklarımızla çıktığımız yemekte, şu anda
Londra’da görev yapan beyin görevinin Şubat’ta biteceğini öğrendiğimde, “ e
sonra ne yapacaksın?” soruma “ New York’a gönderilme durumum var “ cevabına
eşinin direk olarak “ hiçbir yere gitmiyorsun, Londra neyse ama New York asla
olmaz “ çıkışmasını hayretle izledim. Adam buna ne sinirlendi, ne “sen karışma “
dedi, ne de başka bir şey. Sadece “sen öyle diyorsan “ dedi bıraktı. Eminim
evde tekrar konuşulacaktır bu konu ama kadının çıkışmasındaki rahatlık,
korkusuzluk dikkatimi çekti. Biz de olsa kadın fikrini beyan eder ama
çekinerek. Bir de bir eve gittiğimizde kahve içmek istedim, kadın “bizde
kahveyi kocam yapar, ben anlamıyorum kahve makinasından “ dedi ve ben kahvesiz
kaldım. Bizde kahve yapamayan bir kadın topa koyulur, kesin!
E, ne var şimdi bunlarda diyebilirsiniz. Olması gereken
zaten bu. Aynen öyle; olması gereken bu. Ancak ülkemdeki her yaş ve kültür
seviyesindeki ilişkilere, kadınlara, erkeklere baktığımda maalesef durumun
böyle olmadığını gözlemliyorum. En mürekkep yalamışının bile kadınlara belli
kalıplar içinde baktığı bir ülke burası. Okumuş, kendini geliştirmiş, iki ayağı
üzerinde durabilen kadınlardan uzak durulan veya iş hayatı yoğun olduğu için
evde hamarat ev kadınını oynamayan kadınların “ iyi bir ev kadını değilsin “
şeklinde kulplar bulunup, eleştirilerek duygusal şiddete maruz bırakılan
kadınların ülkesi. Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde herhangi bir
tartışmaya düşünceleri ile iki kereden fazla katılan bir kadına “aranıyor “
diye bakılan, bu çerçevede yaklaşılan dolayısı ile kadınları kendi kabuklarının
içine sıkıştıran bir ülke. Bu düşünce yapısını aşabilmiş erkeklerin az olduğu
bir ülke.
Ataerkil toplum yapısının kemiklerimize kadar işlediği bu
ülkede sadece erkeklere yüklenmek istemiyorum. Kendi birçok sıkıntı yaşamış
kadınlar bile iş kendi oğullarına gelince, aynen gördükleri düzen içinde,
onları da, farkında olmadan belki, aynı düşünce yapısıyla yetiştiriyorlar. Kaç
aile genç oğullarının, onunla gezip tozan, geceleri çıkan kız arkadaşlarına
saygı gösterip, ön yargısız davranabiliyor? Hele bir de geceyi beraber
geçirirse “orospu “ damgasını yemiyor mu? Dürüst olalım. Halbuki, aile saygı
gösterirse oğlan da saygı gösterir.
Gene aynı çerçeve içinde, ailelerin kızlarını yetişmeleri de
öyle. Kendimi örnek gösterirsem; okumuş, dünya gezgini bir aileye sahip olmama
rağmen, üniversite okumak istediğimde “ okuyup ne yapacaksın? Evlenip evinin
kadını olacaksın, bari başka erkeklerin yerini alma” diye üniversite okuma
arzumun önüne geçilme çabası gösterilmiş biriyim. Bütün iş hayatıma rağmen kırk
beş yaşında eşimden boşanmaya niyetli olduğumu söylediğimde “ başında erkeksiz
nasıl yapacaksın? Bu yaştan sonra bir daha evlenemezsin de “ denilmiş biriyim.
Demem o ki, bir yandan okutulurken ana hedefin her daim evlilik yani bir
erkeğin koruması altında olmak olduğu öğretilen bir toplumda yaşıyoruz. Bu öğretiyi
kendine hedef alan birçok kadın da var. Bütün bunlar erkeğe hükmetme yetkisinin
verildiğini zannetmesine yol açıyor maalesef. İlişkinin, evliliğin karşılıklı sevgi,
saygı, güven, paylaşım gibi ögeler taşıması gerektiği konusunu ise çoğunlukla
el yordamıyla, tecrübeyle keşfediyoruz.
Kadının çok tartışıldığı, siyasetin kadın üzerinden
yapıldığı bu günlerde, yukarıda bahsini ettiğim kadın algısını aşmış, kadını
insan olarak kendisiyle eşit haklara sahip gören erkeklere, bu algıdan sıkılmış,
toplum içinde önce insan sonra kadın olarak yer almak isteyen kadınlara çok iş
düşüyor. Siyaset içinde yer alıp bu konuda çalışamıyorsak bile kendi
çocuklarımızı doğru eğitip, en azından gelecek kuşaklarda bu sorunun azalmasına
katkıda bulunabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder