25 Ekim 2013 Cuma

YENİ ÇAĞIN HASTALIĞI : SOSYAL MEDYA

Şimdi kızıyoruz ya, çocuklarımız ekran başından ayrılmıyor diye. Hani biz, kırk yaş üstü ebeveynler.  Çoğumuzun elinde onbeş yaş üstü çocuklar var, hemen hemen hepsi de teknolojik. Hepsinin elinde bızık bızık mesajlaştıkları telefonlar, oyun oynadıkları tabletler, surf yapmak içinde bilgisayarları var. Facebook, twitter vb gibi sosyal medya ortamları ise her daim ellerinin altında. Neredeyse evin içinde bile mesaj atacaklar. Bazen o da olmuyor değil. Bir bakıyorum, odasında oturan kızımdan telefonuma mesaj geliyor!

Kızıyoruz kızmasına da, bakıyorum bu ebeveynler, kendim dahil, fellik fellik  Facebook’ta geziyoruz. Kimimiz daha az , kimimiz daha çok ama sosyal medya ortamları birçok kırk yaş üstü kişilerle dolu. Hatta grup buluşmaları adı altında sosyalleşiliyor da. Sonra Gezi olayları sırasında bu asosyal, apolitik gençlerin nasıl olup da böyle bir eylem düzenlediklerine şaşıyoruz, kendimize bakmadan. Demek ki asosyal değiller, demek ki apolitik değiller. Sadece politikaları farklı. Bizim anlamadığımız türden. Ne sağcı, ne solcu sadece insanca…

Çocukluklarını, gençliklerini henüz bilgisayarın hayatımıza girmediği 70’lerde 80’lerde geçiren bizler, sosyalleşmeyi başka türlü öğrendiğimizden kendi doğrumuzu çocuklarımıza öğretmeye çalışıyoruz. O zamanlar “sokakta oynamak “diye bir terim vardı. Sokakta oynardı mahallenin çocukları, genellikle annelerin balkondan evlere çağırdıkları saatlere kadar. Şimdi ise sokak bilmiyor çocuklar. Komşuculuk da pek yok. Aynı binada oturup da değil birbirine oturmaya gitmek, birbirine selam bile vermeyen bir insan güruhu ile dolu ortalık. Herkeste bir korku hakim. Sanki selam verse mahremine girecek diğeri. Ama Facebook gibi ekran arkasından dünyaya bakılan ortamlarda herkeste o korku yok oluveriyor birden. Ekran koruyucusunun kendilerini de koruduğunu düşünüyorlar herhalde. Gençler ise başka türlüsünü bilmediklerinden ekran karşısında sosyalleşiyorlar, korkusuz.

Teknolojinin iyice hüküm sürdüğü günümüzde genç, yaşlı hepimiz bu değişimden nasibimizi alıyoruz özetle. Gözlemlediğim biz orta yaşlılar Facebook gibi daha paylaşıma açık ortamları tercih ederken , gençler daha hızlı tüketilen, her şeyi 140 kelimeye sığdırmak zorunda oldukları Twitter’ı tercih ediyorlar. Onlar hızlı akan bir hayatı tercih ediyorlar. Sanki zamanla yarışıyorlar ve twitter gibi en kısa zaman dilimine maksimumu sığdırmaya çalışıyorlar. Bizim zamanımızda olmayan televizyon, internet gibi icatlar sayesinde daha çok şey biliyorlar ve daha çok şeyle ilgileniyorlar. E zaman yetmiyor tabii.Bir araya gelseler bile gene ekran başındalar. Ekran üzerinden konuşuyorlar birbirleri ile. Oyuncakları o çünkü, başka oyuncak bilmiyorlar.

Bu çocukların çoğu, bu teknolojiye doğdukları için onların teknolojiyle iç içe olmaları pek de şaşırtmıyor beni. Onların iletişim ve sosyalleşme biçimi bu. Ekran gerisinden mangalda kül bırakmayan gençler fiziksel olarak karşı karşıya geldiklerinde ise birbirleri ile nasıl iletişim kuracaklarını pek bilemiyorlar o ayrı. Beni daha çok ilgilendiren biz yaştakilerin bu sosyal medya ortamlarına düşkünlüğü. Bakıyorum, evli barklı, çocuklu, akşam masaya yemek koyması gereken kadınlar bile sabahtan akşama ekran başındalar. Hangi ara pişer o yemekler, merak ediyorum. Erkekler de hakeza öyle. Yok mudur bunların toplantıları, iş görüşmeleri falan? Sosyal medya ortamlarında gezen insanların tipolojisi, yaş grubu, amacı, dünya görüşü vs gibi konuları sosyologlara bırakıyorum.

Kabul etmek gerekir ki, gittikçe daha hızlı akan ve zorlaşan hayat şartlarında, bu sosyal medya ortamları haberleşmek, iletişim kurmak, dünyayla bağlantıda kalmak için iyi bir alternatif. Hiçbir zaman dumanı üzerinde tüten , mis gibi bir kahve eşliğinde en yakın dostunuzla sohbetin yerini tutmaz ama bu koşturma içinde hangimiz yeterli sıklıkta dostlarımızı görebiliyoruz ki? Aynı sıcaklıkta olmasa da bir ses, bir nefes. Hele de dünyanın ya da yurdun çeşitli bölgelerine dağılmış dostlarınız varsa, gayet verimli bir iletişim şekli. Ayrıca ne kadar çok insanın artık internet aracılığı ile tanışıp arkadaş, dost, sevgili, eş olduğuna bakılırsa, beynimiz kabul etmese de, çağımızın sosyal ortamı internet. Ben şahsen çok değerli dostlar edindim Facebook vasıtası ile.  Yanında edindiğim bilgiler, hiç duymadığım güzel müzikler de cabası. Ha twitter mı? Onunla anlaşamıyorum maalesef. Ben hayatı , belki de yaşımın gereği, rahvan tarafından almayı tercih ediyorum.


Demem o ki, belki de çocuklarımıza kızmadan evvel bir oturup düşünmemiz gerek. Çağın değiştiğini önce kendimiz kabul ederek, sosyalleşmenin yeni tanımını öğrenmek lazım. Ha bu demek değil ki, kimseyle görüşmeyelim, yemek yemeyelim, çay çorba içmeyelim. Tabii ki onları da yapacağız, hem de mümkün olan her fırsatta. Hangi ikon dostunuzun gerçek kahkahası veya tatlı sesi yerine geçebilir ki? Hiçbir kalp işareti, onun size gerçekten sarılması kadar sıcak olamaz. Bunları da unutmadan, her şeyi dengede tutarak teknolojinin nimetlerinden yararlanmanın çok da kötü bir şey olmadığını söylemek istiyorum sadece. Çocuklarımıza da aynı şekilde dengenin hayatın temel unsurlarından olduğunu öğretip daha anlayışla yaklaşmalıyız belki de. İki tarafta uçlaşmak yerine orta yolu bulmak yani. Ne biz onlara kızalım ne de onlar bize kızsın. Geçinip gidelim güzelce…

Hiç yorum yok: