Garip bir çaresizlik hissi içimde… Birine bir şeyi
anlatamamanın, anlaşılamamanın yılgınlığı var üzerimde. Hani bazen çocuğuna bir
şey anlatmak istersin, karşında bir inat anlamamak için ayak direr ya işine
gelmediği için. Bilirsin aslında anlıyordur. Sakince başlarsın anlatmaya,
anlamdıkça açıklamaya girişir sonunda da bir isyanla bağırırsın ya. Öyle işte…
Arkasından bir yorgunluk, bezginlik çöker insana. “Amaaan ne yaparsa yapsın”
dersin bir an ama bırakamazsın. Onun göz göre göre hata yapmasını istemezsin ve
tekrar başlarsın en baştan. Bir daha bir daha ama anlamak istemediği sürece
anlatamazsın. Aynen öyle işte…
Vatanını da evladını sevdiği gibi sever insan. O toprakta
doğmuş, büyümüş, o toprağın gelenek görenekleri ile yoğrulmuşsundur. Dünyanın
neresine gidersen git, en güzel yerleri gez gör, gene eve dönüş bir başkadır.
Hele de uzun zaman başka bir ülkede yaşamak durumunda kalmışsa uçaktan veya
otobüsten indiği anda toprağı öpesi gelir insanın. Yolda giderken tanıdık
rahiyalar eşlike der insana. Otobüste yanında oturan insanı hiç tanımasan bile
onun hakkında fikir yürütebilecek kadar bilirsin. Senindir, senin toprağındır,
senin vatanın…
Evladının iyiliğini istediği gibi, vatanınında iyiliğini
ister insan. Adalet olsun, ekonomik refah olsun, güven içinde yaşasın, ağıtlar
yerine neşeli türküler çalsın ister.
Göğsünü gere gere ben Türk’üm demek ister. Ülkeyi yönetenlerin ülke
refahını kendisinin kendi çocuklarını koruyan bir anne—baba gibi koruyacağından
emin olmak ister. Yarına umutla bakmak ister.
Kendimi bildim bileli her zaman memnun olan bir grup olduğu
gibi, memnun olmayan da bir grup olmuştur bu ülkede. Çoklu ortamlarda herkesi
memnun etmek mümkün olmadığı için çoğunluğun isteğine göre hareket edilir
genelde. Demokrasilerde bu normal.
Tam üç buçuk aydır devam eden direnişte yaşananlardan,
ölenlerden, yaralananlardan, göz altına alınanlardan, bu olaylara hükümetin
verdiği tepkilerden, beyanlardan vs sonra sanki birbirini hiçbir şekilde
anlamayan iki taraf görüyorum. Hani birine bir şey anlatmaya çalışırda insan
ama karşısındaki bambaşka bir telden çalar ya, insan “nasıl anlamaz? “ diye
sinir olur. Aynen öyle işte…
Halbuki doğduğumuz andan itibaren iyiye, güzele doğru gitmemiz
belletilmedi mi bizlere? Daha küçücükken arkadaşına oyuncağını vermek
istemediğinde annesi tarafından uyarılmadı mı çocuklar? Hep “bak o kardeş, o da
oynasın “ diye paylaşım öğretilmeye çalışılmadı mı? Bunun hemen hemen her evde
aynı şekilde yaşandığını düşünüyorum. Belki yanlışım burada… Hangi ara bu
paylaşımdan bencilliğe döndü yürekler? Hangi ara egolar şişti böyle ? Hangi ara
kardeş kardeşi vurur oldu?
60’lı yıllarda doğmuş biri olarak, çocukluğumda Alevi-Sünni
ayırımı bilmediğim gibi Türk-Kürt ayırımı da bilmezdim. Belki de bizim evde
yoktu böyle bir ayırım. Kimsenin dinine, ırkına, diline bakılmazdı. Annemle
Alman olan babam evlenirken sünnet münnet de istememişlerdi dedemler. Ne de
babam annemin hristiyan olmasını istemişti. İnsandı işte o da. İyi bir insan.
Bu kadar basitti işte… Belki de böyle yetiştiğim için bu gün sırf Alevi diye
öldürülen bir kişinin ardından dini bütün bazı kişilerin “ oh, iyi oldu”
demelerini dehşetle izliyorum. Mısır’da , Suriye’de öldürülenlere üzülürken
ülkemizde öldürülenlere üzülmemek nasıl bir şey! Müslüman müslümana kardeş de insan
insana kardeş değil mi?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder