Eylül’ün 15’ini bulduk. Ramazan geldi, geçti. Yaz geldi,
geçiyor ama 31 Mayıs sabahı ülkemde başlayan direniş değil geçmek, gittikçe
büyüyor. İçimde bir his özellikle büyütülüyor hükümet tarafından. Öyle işlerine
geliyor anlaşılan…Kaybettiğimiz canların sayısı artıyor gün be gün. Gözünü
kaybeden, gözaltına alınan, yaralananların sayısını tutmamaz olduk. Öyle vahşi
bir tırmanış içinde her şey…
Vatandaşını koruması kollaması gereken devlet, korumak ne
kelime, öldürüyor! İnsanmış, gençmiş,
ana evladıymış, yarına dair umutları varmış demeden vuruyor habire. Gaz sıkıp boğuyor;
sadece ciğerleri değil devlete olan inancı da… Plastik mermi atıyor kafaya ,
göze, beyine; yaralıyor ,bir öldürüyor , bin yaratıyor.… Su sıkıyor, hem de
kimyasallı su; yakıyor bedenleri, kavuruyor beni yakan benim devletim mi diyen yürekleri…
İşin acısı bilerek, isteyerek, hedef
gözeterek yapıyor. Sanki karşısında ki azılı düşman. Kendi ülkemizin evlatları
hepsi; genç,geleceğimiz, yarının umutları. Umutları mı yıkmak amaç?
Elli senedir bu topraklarda yaşıyorum. Elli sene bu
toprağın suyunu içtim, havasını kokladım, kültürü ile beslendim. Elli senenin hiçbir
günü bu topraklardan vazgeçmedim. Çocuğumu da bu topraklara faydalı bir birey
olabilecek şekilde yetiştirmeye çalışıyorum. Bu topraklarda doğdum ve bu
topraklarda yaşamak , bu topraklarda ölmek istiyorum. Bu toprağın evladıyım
ben. Şimdi gelmiş benim içine doğduğum devlet “ sen benden değilsin” diyor. Sen
kim, ben kim? Hepimiz aynı toprağın çocukları değil miydik?
İçimde bir hüzün… Kendi toprağımda yabancı gibi hissetmek
nasıl da insana acı gelen bir şey. Bu ülkenin refahı, ulauslararası arenada söz
sahibi olması, eğitim, bilim ve kültürde kendini aşması değil mi ortak amaç?
Herkesin kendine göre yöntemi farklı olabilir ama bu dayatma nedir? Tartışma,
konuşma ortak müştereklerde buluşma diye bir yöntem yok mudur? Bu kadar mı
ayrıştık ki ortak müşterekler bile bulamaz hale geldik. Ne zaman bu hale
geldik? Kim bizi bu hale getirdi? Bu kadar hırs, öfke neden birikti ki “ ya
allah” deyip gencecik canlara gözümüzü kırpmadan kıyar olduk? İnsanlık, vicdan
gibi kavramlar ne zaman ve nasıl yok oldu yüreklerden?
Din ,ahlak gibi doğruluğun , dürüstlüğün, adaletin,
iyiliğin, vicdanın temel taşlarını oluşturduğu dogmaları savunanların, dini devletin yönetim
biçimine sokmaya çalışanların bu erdemlerden yoksun olması ne büyük bir
paradoks. Neredeyse “islami teokrasi” diyebileceğim yönetim şeklini
yerleştirmeye çalışanların, bu çaba süresince bu erdemleri hiçe sayması ne
kadar büyük bir çelişki! Ateisti, gerçek dindarı sorgulamaz mı seni bu nasıl
iştir diye? Dine inancı olanların sorgulama hakkı yok mudur? Din ne zamandan
beri sorgusuz, sualsiz biatı getirir oldu?
Her geçen gün, her yeni kanunla, kararla kendimi daha da
uzaklaştırılmış, gözden çıkarılmış, istenmeyen hissediyorum. Ülkesini çok seven
biri olarak bu duygular beni gittikçe daha da derin bir üzüntüye boğuyor .Öyle
ki bu üzüntü öfkeye dönüşüyor. Hiçbir siyasi iktidarın beni/bizi bu kadar
ötekileştirme hakkı olmadığını düşünüyorum. Her bir vatandaşın kendi ülkesi
hakkında en az hükümet kadar söz hakkı vardır. Sonuçta hükümet, idari erk de
olsa, halkının temsilcisidir. Bu kadardır, bunun ötesi değildir. Demokrasilerde
halkın üstünlüğü tartışılmaz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder