Dün İstinye’den
deniz otobüsüne binip Kadıköy’e gittim. Yolculuk 40 dakika… Aldım yanıma bir
kitap, yol boyunca okurum diye. İstinye’den
sonraki ilk durak Beşiktaş… Bu iki durak arasında kıyın kıyın gidiyor deniz
otobüsü. Harika… Kitaba ne gerek? İstanbul’un kendisi kitap… Başladım
seyretmeye, Boğaz’ın bu kıyısının bana fısıldadıklarını dinlemeye…
Güneşin
suyla oynaştığı bu erken sabah saatlerinde, ilk önce bize eşlik eden bir kuş
dikkatimi çekti. Denizden en fazla 2 metre yükseklikte, denize paralel,
kanatlarını sonuna kadar gererek açmış bu kuş, sanki bizimle yarışırcasına son
hız uçuyordu yanımızdan. Sonunda geçti de… Bu küçücük kuşa doğanın bahşettiği
gücü görünce doğanın ne büyük bir mucize olduğunu bir kere daha anladım. Ne
kuşuydu diye sormayın. İnanın bilmiyorum ama uçuşundaki zerafet, kararlılık ve
hız insanı etkiliyordu. En azından beni…
Kuş bizi
geçip gidince dikkatimi kıyıda sıra sıra dizilmiş yalılara, apartmanlara
verdim. Kimileri yenilenmiş, kimileri eskimiş o güzelim yalıların arasına
serpiştirilmiş çirkin apartmanlar yüreğimi burktu. Bu apartmanların bazıları
yapıldıkları tarihlerdeki en modern mimariye uyum sağlayarak dümdüz, ruhsuz
birer kütle gibi boy gösteriyordu o tarih kokan, içinde yüzlerce ruhun
gezindiği yalıların arasından. Baltalimanı’nda bulunan, muhtemelen sahiplerinin
imkansızlığından yenilenememiş koskoca köşk, sırtında koca bir tarih taşımışlığı
yansıtırcasına duvarları kararmış, hüzünlü ve tek başına duruyordu Boğaz
kıyısında. Üçüncü katın pencerelerine takılmış panjurlar ise garip bir tezat
oluşturuyordu kendi kimliği ile.
Bir de Moda’da
vardır içini bildiğim büyük bir köşk. Azametli mermer merdivenlerden yukarı
çıkarken yüksek tavanlarından aşağı sarkan, bir zamanların atlas perdelerinin
eprimişliği insana hüzün verir. İçeride ise yüksek tavanlara işlenmiş o güzelim
desenler solgun solgun seyrederler sizi. O devirlerde elde yapılmış gümüş çatal
bıçaklarla, güzelim porselen tabaklardaki yemeklerin amerikan servislerinin
üzerinde yenmesi ise insanın içini burkan garip bir tezat oluşturur. İlk
yapıldığı devirlerde mutfağın bambaşka bir konumda olması nedeniyle daha
sonraları köşkün bir köşesine iliştirilmiş, her yerden görünen kablolarla fırın,
bulaşık makinası gibi en modern aletlerin içine sıkıştırıldığı küçücük mutfak
evin görkemine inat, nerelerden nerelere gelindiğini anlatır sessizce.
Özellikle
Büyükdere’de omuz omuza vermiş yalıları gördükçe, bu yalıların içinde
yaşananları merak ederim nedense. Nasıl da tarih kokarlar, nasıl da canlıdırlar…
Özellikle terk edilmiş, camları bile kırılmış, yıpranmış yalıların hikayelerini
merak ederim daha çok. Nasıl bir anlayış , bakış kendilerine aile büyüklerinden
kalmış bu güzelim yalıları yalnız bırakır diye… Bir zamanların maddi refah
içinde yaşayan ailelerin zaman içinde yok oluşları mıdır onları yalnız bırakan?
Yoksa modernlik sevdası mıdır onlara yüz verdirmeyen? Bilinmez…
Çarpık
yapılaşmanın bana kendi insanımızın hikayesini anlatmasını dinlerken bir de
baktım Kadıköy’e varmışız bile. Elimdeki kitabın kapağını bile açmadan, kitap
okumuş hissiyle indim deniz otobüsünden, hikayenin devamını dinlemeyi başka bir
sefere bırakarak…
3 yorum:
Yasemin hanım yine bana nazire yaparak ORFOZ “Boğaziçi İçimde”
Boğaziçi Köylerinde Yaşmış ve Yaşayan Diller, Dinler ve Milletlerin Yaşam Kültürü Dergisi için yazacağınız yazılarınızdan birini daha yazmışsınız. Gerçi Boğaziçi anlat anlat bitmez ama kıskandım bak şimdi.
İlk okula başladığımız yıllarda öğrettiler tüm dünyadaki varlıklar ikiye ayrılır canlı varlıklar ,cansız varlıklar .canlı varlıklar doğar büyür kendine benzer bir varlık bırakır ölürler. Demedilerki cansız varlıklara canlılar şekil verirler kendileriyle beraber onlarada ruh katarlar. Cansızlara (Ev,mobilya.vs.vs.)ruhlarını verenler ölünce onlarda boynu bükük bir kenarda kalırlar ve kaderlerini beklerler. Birileri gelip ya yeniden bakıma alıp yaşayacak yada ;eski bunlar denilip hoyratça yok edilecekler. :(((
Yasemin Hanımcığım,
Konu, ikimizin de aynı fikirde olduğu İstanbul'u sevmek olunca,Boğaz dışında akan bütün sular duruyor. Derin gözlemleriniz, sadece iç dünyanızı araştırmıyor gördüğüm kadarı ile. Durun,İnecek Var dedikten sonra, kendinizi bıraktığınız yer çok güzel. Sevgiyle ve ilgiyle takip etmekteyim.
İyi yolculuklar dilerim. Paylaşım için teşekkür ederim.
Sevil Bayer
Yorum Gönder