Hayat tuvalinin üzerinde elimi gezdiriyorum gözlerim
kapalı. Parmaklarımın ucuyla hissediyorum tuvalin boyalarla sertleşmiş dokusunu.
Yer yer kalınlaşmış alanlar var, tümsekler, pütürler. Hayattaki pürüzler gibi…
Yer yer ise dümdüz, hiçbir kalıntı yok üzerinde. Belli ki hayat akmış oralarda,
acısız, duraksız… Yara açmadan, dümdüz, kalıntısız…
Gözlerimi açıyorum. Tuvalin çok yakınında olduğum
için hiçbir şekil, figür seçemiyorum. Sadece renkler bulanık bakıyorlar bana.
Koyu bir mor hakim. Asaletin rengi. Asil
bir ruhun içine kısılmış mutsuz bir ruh mu? Ondan mı koyu? Bilinmez. Oraya
buraya serpiştirilmiş maviler, turuncular, yeşiller ve beyaz da var ama moru
bastıramamış. Asalet adı altında bir sürü -meli-malı’lar üstün gelmiş her
renge. O morun altından bana parlayacak esas rengi bulmak istiyorum, özü görmek istiyorum. Daha dikkatli bakıyorum
tuvale. Bir bakıyorum beyaz göz kırpıyor morun altından, bir bakıyorum
turuncu. Sanki her şeye yeniden
başlamak istercesine beyaz başını uzatmak istemiş morun altından ama mor hep
baskın gelerek o beyaz başı bastırmış. Turuncu ise kırmızıya dönemeden kalmış.
Coşmak istemiş, kopmak istemiş ama morun bir kaş hareketiyle yerine oturmuş
gibi sanki. Kırmızı ise hiç yok. Ne acı! Heyecanın, tutkunun rengi olmalı
aslında kırmızı ve bu ressamın paletinde hiç yer almamış. Sanki hiçbir tutkunun
peşinde kaybolmamış gibi…
Halbuki bağır bağır kırmızı olmalı insanın tuvali.
Kopup gitmeli, koşmalı tutkusunun ardından… Kovaladığını yakaladığında
hissettiği dinginliği görmek için aralarda maviler de olmalı. Ama öyle çok
değil... Kırmızın arasından bakmalı, maviler, beyazlar yer yer siyahlar… Tabii
siyah da olmalı, karanlığın insana fısıldadıklarını da es geçmemek gerek.
Karanlıkta yazılır en güzel şarkılar…
Hayat, kişinin yaptığı en güzel resim olmalı…
04.06.2011
Gerçekten de etkileyici bir anlatım keyifle okudum ,takipteyim :))))
YanıtlaSilBeğendiğine sevindim :)
YanıtlaSil