Orhan Pamuk’u çok sevdiğimi söyleyemem. Bunda, bana göre, tam rengini belli etmeyen duruşu kadar, Nobel ödülünü aldıktan sonra yazdığı Masumiyet Müzesi adlı kitabının da etkisi var. Cevdet Bet ve Oğulları adlı kitabıyla tanıdığım ve sevdiğim yazarı Sessiz Ev ve Beyaz Kale adlı eserleri boyunca takip etmiş, Kara Kitap adlı kitabını o tarihlerde çok anlayamadan okumuş ve Benim Adım Kırmızı’dan sonra uzaklaşmıştım kendisinden. Nobel ödülü aldığı sıralarda bir Türk’ün Nobel ödülü almasından gurur duymuş, beraberinde çıkan tartışmalarda, dürüstçe söylemek gerekirse, bir o yana bir bu yana gidip gelmişti düşüncelerim. Gene de Masumiyet Müzesi bana hediye edildiğinde, Nobel ödüllü yazarımıza haksızlık etmemek gerek düşüncesiyle, bir heves başlamıştım. Hayatımda bu kadar sıkıldığım bir kitabı hatırlamıyorum. İlk defa bir kitabı yarım bıraktım. Nobel ödülünün arkasından bu Türk filmi tadında yazdığı, gereksiz uzun pasajlarla dolu kitabı bende ciddi hayal kırıklığı yaratmıştı. Arkasından açılan Masumiyet Müzesi de Orhan Pamuk’u bir kenara tamamen koymama neden oldu. Ondan sonra ne kitaplarıyla ne de söylemleriyle ilgilendim açıkçası.
Sevgili hocam Kafamda Bir Tuhaflık’ı bana oku diye getirmeseydi bu kitabıyla da ilgilenmeyecektim. Tam Boğaziçi Üniversitesi’nde açılan Nazım Hikmet Araştırma Merkezi’ne konuşmacı olarak çağrıldığı ama açılışa gelmeyip video yolladığı günlerde elime geçti kitap. Orada burada röportajları çıkıyor ama okuduklarımdan, dinlediklerimden sağlam bir duruş çıkaramıyordum. Kitaba da aynı düşünce ile başladım. 466 sayfalık kitabın neredeyse 200 küsür sayfasını bu tedirginlikle okudum. Sonra kendimi kitabın edebi tarafına bırakmayı başardım yavaş yavaş.
1969-2012 yılları arasındaki İstanbul’u bozacı Mevlut ve çevresi aracılığı ile anlatan belgesel bir roman niteliğinde bir kitap. Kitabın içinde geçen toplumsal olayların gerçekliği kitabı kurgu bir roman tadından çıkarıp dökümanter bir romana çeviriyor. Kırk üç senelik bir zaman diliminde İstanbul’un, insanların, toplumun, değerlerin nasıl değiştiğini, nerden nereye gelindiğini anlatıyor. Aynı topraktan çıkmış insanların zaman içinde nasıl ayrıştığını, toplumsal değerlerin öncelik sırasının nasıl değiştiğini anlatarak bir anlamda bu günlere nasıl gelindiğinin ipuçlarını gösteriyor. Mümkün mertebe her kesimi koyarak, zaman zaman romandaki karakterlerin ağzından kendi bakış açılarından yazarak tüm resmi vermeye çalışmış Pamuk. Ara ara yazarın kendisini de görmemize rağmen, yazar taraf tutmuyor; her kesime eşit mesafede duruyor. Olayları, olayların iç dünyalarda yarattığı duygu karmaşasını ortaya döküp okuyucuyu karakterlerle baş başa bırakıyor.
Yarattığı bozacı Mevlut tiplemesi, onun iç dünyası bana Oğuz Atay’ı anımsattı. Oğuz Atay’ın da karakterleri hep bir yere sığamayan, tutunamayan tiplerdir.Hep bir tuhaflık durumu vardır. Bozacı Mevlut de öyle ; kafasında hep bir tuhaflık. İstanbul’da yaşadığı onca sene içinde bir türlü tam şehre ayak uyduramayan, yaşadığı devir içindeki değişimler içinde kendini rahat hissetmeyen bir karakter Mevlut. Oğuz Atay kendini tam bulamamış aydını anlatırken, Orhan Pamuk kendine tam yer bulamamış sade vatandaşı anlatıyor.
Kitapta en önemli simge boza ve köpekler. Artık unutulan değerleri simgelediği için özellikle bozacılığı seçtiğini düşünüyorum. Mevlut da öyle bir karakter. Eskiye bağlı, yeniye çok ayak uyduramayan bir tip. Köpekler ise kitapta çok sık yer alıyor. Kendinden olmayana hırlıyor sürekli köpekler. Mevlut hep korkuyor köpeklerden.
Tüm hikâyenin içine ince nakış gibi işlenmiş bir aşk hikâyesi var. Öyle bilinen, öldüm bittim şeklinde ağdalı sözlerle süslenmiş bir aşk hikâyesi değil bu. Çok gerçek… Gerçek olduğu için insanı derinden etkileyen bir aşk hikâyesi. Doğal olarak gelişen, hiçbir yapmacıklığı olmayan, sade, naif, duru bir aşk hikâyesi. Etkilemesi bundan…
Özetle Orhan Pamuk’la ilgili tüm tabularımı yıkan bir kitap çıktı Kafamda Bir Tuhaflık. Edebi anlamda üstkurmaca tekniğini kullanarak yazdığı, çeşitli bakış açılarını kullanarak hikâyede etkisi olan her karakterin iç dünyasını okura açtığı, çok uzun bir zaman dilimini anlattığı, dolayısı ile gerçek toplumsal olayların etrafına ördüğü karmaşık bir kurgu dünyası yarattığı bu romanını çok başarılı buldum. Elli yaş üstü herkesin olayları bizzat yaşamış olmaktan bir yakınlık kuracağı roman, genç nesillere de ülkenin nerelerden geçip bugünlere geldiğini anlatması açısından da başarılı. Hiç Orhan Pamuk tavsiye edeceğimi düşünmezdim ama hararetle tavsiye ediyorum.
Özel bir teşekkür bu! Ben de siinle aynı yolculuğu yapıp, aynı hislerle Orhan Pamuk'u ekarte etmiştim hayatımdan...Kritiğinizi okurken sanki bir Cevdet Bey ve Oğulları tadını tekrar labileceğimi düşündüm...Kitabı alacağım ve okuyacağım...Bitirirsem düşüncelerimi de paylaşırım :)
YanıtlaSil