Amerika’nın en üretken yazarlarından Joyce Carol Oates’la geçen
sene gittiğim yazı atölyesinde verilen bir öyküsü sayesinde tanıştım. En
üretken diyorum çünkü ilk kitabı 1963 yılında basılmış yazarın bu güne kadar
basılmış ellinin üzerinde romanı, kırka yakın öykü kitabı, birçok çocuk kitabı,
oyunları, düzyazıları var. Yetmiş yedi yaşındaki yazar hala da yazmaya aktif
olarak devam ediyor.
Bize ödev olarak verilen, 2001 yılındaki 11 Eylül
olaylarında bombalanan ikiz kulelerin çok yakınında oturan bir kadının evinde
mahsur kaldığındaki iç dünyasını anlattığı Mutasyon
adlı öyküsü korkunun, paniğin, şaşkınlığın dinamiğini okura neredeyse saniye
saniye anlatan bir öykü. Adından da anlaşılabileceği gibi korkunun insanı nasıl
değiştirdiğini adım adım anlatıyor. Çok etkilendiğim bu öyküsünden sonra bir
kitapçı ziyaretimde karşıma çıkan 2010 basımı, on altı öyküden oluşan Acı Ülke kitabını almıştım hemen. Neredeyse
her sokağa çıkışımda kitap aldığımdan, yeniler okunacak kitaplar rafımda
birikir. Bu kitap da yerini almıştı böylece; zamanı gelince, ruhum okumanın
zamanıdır işareti verince okunmak üzere…
Ülkenin art arda acıların içinden geçtiği şu son dönemlerde
aldım elime kitabı. Belki kitabın adıyla ülkenin durumunu bağdaştırdığımdan. Kitaba adını veren öykünün toplumsal acılarla
ilgisi olmadığını öğrenmek için kitabı bitirmem gerekti. Olsun. Kitapta yer
alan öyküler boyunca şiddetin, pişmanlığın, kederin, korkunun, çaresizliğin,
acımasızlığın, yalnızlığın yarattığı acıların her türlüsünü okuyarak ilerliyor okur.
Öykülerin çoğu katman katman ilerliyor. Diğer bir deyişle
ana öyküyle bağlantılı öyküler çıkıyor içinden. Kitabın ikinci öyküsü olan Bıçaklama Öyküsü adlı öykü buna çok iyi
bir örnek. Karakterin bir bıçaklama olayına şahit oluşunu hem onun, hem de
çevresinin tarafından nasıl algılandığını, onların dünyasında ne gibi etkiler
yarattığını okuyorsunuz. Satırlar arasına sıkışmış, sessiz öyküler de var.
Söylenmemişlerin söylenmişler kadar, zaman zaman daha bile çok, ses çıkardığını
görüyorsunuz. Kimi öykülerde de kurbanın iç dünyasını yazmasa bile, suçlunun iç
dünyası üzerinden kurbanın da iç dünyasını, korkularını, çaresizliğini
hissedebiliyorsunuz.
Sıklıkla hastanede geçiyor öyküler. Acının buram buram koridorlarında gezdiği bir
mekân olmasından sanırım. Ölen eşin ardından hayatta kalan eşin çektiği acıyı
anlattığı bir iki de öykü var. 2008’de kaybettiği eşinden sonra yakın tanık
olduğu bir duygu olmalı.
Tüm öykülerinde karakterlerin iç dünyasını anlatıyor. An be
an karakterin içine sıkıştığı durumun onda yarattığı hezeyanı takip
ediyorsunuz. İnsanın kendinin bile farkında olmadığı karanlık köşelerinde
gezdiriyor insanı. İnanılmaz bir gözlem ve analiz yeteneği karşısında şaşkına dönüyorsunuz. Yaşanan
duygular kadar ifadeleri de acımasız. Aynı duygu yoğunluğunun içine girip, aynı
sıkışmışlığı hissediyorsunuz. Bu anlamda okuması zor bir yazar. Bir avazda
bitemiyor kitap. Her ne kadar O bir avazda yazıyorsa da. Bu kadar çok
yazabildiğine göre bir oturuşta bitiriyor öyküsünü hissine kapılıyor insan.
Kendinden kaçanın okumaktan kaçınacağı bir kitap. Ancak
insan ruhunun derin karanlığını keşfetmek isteyenlerinse muhakkak okuması gereken
bir kitap. Eğer okuyacaksanız karanlık dehlizlerde dolaşmaya hazır olun. Bense
yazarın beş ünlü Amerikan yazarının son günlerini hayal ederek yazdığı Vahşi Geceler kitabını okumak için
sabırsızlanıyorum.
Doğrusu çok merak ettim, kalemine sağlık..
YanıtlaSil