DOWNTOWN
Bugün annemin bana yolladığı paketi almak için şehrin daha önce hiç gitmediğim ama belli ki çok hareketli olan bir bölümüne gittim. Oraya gitmek için evden 5 dakika yürüme mesafesinden kalkan tramvaya bindim ve hiç inmeden tam 23 durak sonra gideceğim yerin 10dk yürüme mesafesine yakın bir yerde indim. Toronto 630.2 metrekare yüzölçümüyle İstanbul'un yarısı kadar olsa da, gene de geniş bir yüzeye yayılmış bir şehir. Şehir Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmış. Caddelerin bir kısmı şehri boydan boya kesiyor. Mesela ben Queen Street East yani Doğusundan bindim ama indiğimde Queen Street West ( Batı) olmuştu. Yani Bağdat Caddesi'nde oturuyorum dediğinde biri, sizde Bağdat Caddesi'nde oturuyorsanız, yakınız dediğiniz gibi aynı caddede oturuyoruz yakınız diyemiyorsunuz. Caddenin neresinde oturduğunuz önemli. Allahtan bu caddeleri boydan boya giden tramvay veya otobüs oluyor genelde. Metroyla caddenin çıktığınız yerinden, uzaksa gideceğiniz yer, bir tramvay veya otobüse atlayıp devam edebiliyorsunuz. Bugün vaktim vardı, metroyu kullanmadım. Şehri göre göre gideyim diye tramvaya bindim.
23 durağın 20'sinin etrafı, daha önce de bahsettiğim gibi küçük, iki katlı, genelde ahşap veya kırmızı kiremit evlerden, kendinizi eski bir filmde hissetmenizi sağlayan gene küçük, eski yüzlü, tozlu camlı dükkanlardan oluşan kimisi daha canlı, kimisi daha ölü mahallelerden oluşuyordu. Sonra birden ürkütücü bir şekilde yüksek, çoğunlukla cam ve siyah yüzeyli, pek estetik sayılmayacak gökdelenlerin olduğu bölgede buluyorsunuz kendinizi. Arada insanı alıştıran bir geçiş olmaması neredeyim ben duygusunu pekiştiriyor. Sanki biraz evvel geçtiğiniz yer ile ulaştığınız yer iki ayrı dünya, iki başka şehir! Bu sevimsiz gökdelenlerle birlikte dükkanlar temizleniyor, insanlar şıklaşıyor. Bir kaç adım sonra karşınıza çıkan marka mağazaları da görünce şehrin zengin bölgesine geldiğinizi anlıyorsunuz. Demek ki dünyanın her yerinde aynı bu iş! Çok heyecan duyduğumu söyleyemem. Emanetimi alıp bir an evvel kendi basit ama sevimli evler ve parklarla çevrili bölgeme dönmek için can attım diyebilirim. Aradığım adresi biraz kaybolarak bulduğumdan bir yorgunluk kahvesi içeyim dedim bir Plaza'nın altındaki kafede. Kahveyi içerken gözüm Plaza'nın önüne yaptıkları yeşillendirmeye takıldı. Ana o da ne, adamlar Almanlar'ın yeşil lahana dedikleri ve ayıla bayıla yedikleri sebzeyi bahçe süsü yapmışlar. Belki güzeldir ama ben lahana diye bakınca bayağı komik geldi 😄
New York'ta da hissettiğim gökyüzünü köşeli, çerçeveli görmek yüreğimi sıktığından bir an evvel tramvay durağıma gitmeye çalışırken önüme gene bir plazanın altında özellikle kuş yemi atılmış, kuşların da afiyetle yediği, resmini gördüğünüz karecik çıktı. İnsanın üstüne üstüne gelen binaların arasında bir nefescik ama absürt de bir yandan. Sevinmeli miyim, şaşırmalı mıyım, hiç yoktan iyidir mi demeliyim bilemedim. Yani bizde o kadarcık bile ince düşünce yok da...
O kadar otobüs, metro inip biniyorum, kafelere oturuyorum hala kaynaşmış bir grup görmedim. Sanırım insanlar öbek öbek geldiğinden kendi aralarında kalma, kendi dillerini kullanma, kendi gelenek göreneklerini yaşatmak için, ayrıca ihtiyaç da olmadığından kaynaşmıyorlar. Okullarda bile her ülkeden bolca çocuk olduğu için oralarda bile başlamıyor pek arkadaşlık anladığım. Türklerde ise gittikçe bir yoğunlaşma var sanıyorum. Bugün de dahil olmak üzere neredeyse her sokağa çıktığımda Türkçe duyuyorum. Sadece kızımın okulunda 9 Türk çocuk var ve bunlar aileleriyle buraya yerleşmeye gelmişler. Ancak bu gittikçe herkesin kaçtığı ülke olma durumu işleri biraz karıştırıyor sanki. Toronto pahalı bir şehir. Pahalılaştıkça sokaklarda görülen evsiz insanların, dilencilerin, toplu taşıma araçlarında sık sık karşınıza çıkan ciddi maddi sıkıntıları olan düşkün insanların sayısı her yıl artıyormuş. Sokaklar güvenli ama saçı başı kirli, birbirine karışmış, yırtık pantolonlu, muhtemelen içkili veya uyuşturucu almış insanların yanınıza gelip konuşmasından, sadece "nice day ha" gibi zararsız bir cümle kursalar da ürküyor insan. Zamanla da daha ürkütücü olabilir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder