KİTAP YORUMLARI

ÖYKÜ

6 DAKİKA

9 Mayıs 2015 Cumartesi

HER ÇOCUK BİR MÜCEVHERDİR... HER ANNE DE BİR SANATÇI...

Her çocuğu eşsiz bir mücevher gibi görürüm. Tıpkı toprak altından bin bir emekle ham halde çıkarılıp bir usta tarafından ince ince işlenerek gün yüzüne çıkarılan bir mücevher gibi. Her biri kendine özel, benzersiz… Mücevherler birbirlerine benzese de, ya taşın kalitesinin ya kesiminin ya modelinin farklılığı onları birbirinden farklı kılar. Çocuklar da öyle. Genel toplum ve ahlak değerleri çerçevesinde yetişse de kendine has özelliklerinden dolayı aynı aileye mensup çocuklar bile birbirinden farklılık gösterir. Bir çocuğun yetişmesinde, bir mücevher gibi ışıl ışıl parlamasında en önemli etken annedir. Babaların da önemini azımsamıyorum tabii. Beraberce çocuklarını nasıl şekillendireceklerine, nasıl yönlendireceklerine karar verseler de en önemli iş anneye düşer. İyi bir usta gibi, sabırla ince ince işler çocuğu.

Bu işleme sırasında en önemli şey, taşın yani çocuğun karakterine göre bir tasarım planlamaktır. Nasıl taşın kalitesine, yapısına uymayan bir model yapılmaya çalışıldığında taş kırılır veya çatlarsa,  çocuğunda kendi kapasite ve özelliklerine uygun bir yöntem izlenmezse çocuk da kendisinden bekleneni vermez. Kırılır, ortaya kendi içindeki cevheri gösterip parlayamayan, sıradan bir ürün çıkar. Doğduğu andan itibaren çocukla birebir ilişki halinde olan annenin işidir çocuğun içindeki cevheri keşfetmek. O cevheri keşfettikten sonra, onu şekillendirip parlatmak, ortaya eşsiz bir ürün çıkarmak anne-babanın işidir. Çocuklarını kendi gerçekleşmemiş arzularının yolculuğuna çıkarmadan, onların beceri ve isteklerinin yolculuğunda eşlik etmek hem yolculuğu daha keyifli kılar hem de varılan noktada ulaşılan yerin göz kamaştırıcı güzelliğine doyum olmaz.
 
Bir kadının rahmine çocuk düştüğü andan itibaren o kadın annedir artık. Çocuğun dokuz ayda büyüyüp doğması gibi, aynı süreçte bir kadının da içinde annelik duygusu serpilip büyür. Çocuk doğduğunda içgüdüsel olarak ne yapması gerektiğini bilir. Hiç denenmemişin getirdiği bir korku duysa da, yaşamak için kendisine muhtaç bu varlığın karşısında korkularını kısa sürede yener. Dünyaya gözlerini açığı anla birlikte annenin ve çocuğun beraber büyüme süreçleri başlamıştır artık. Doğumdan evvel ve sonrasında, çocuk yetiştirme konusunda kitap üstüne kitap devirse de, ailenin ve çevrenin önermelerini dinlese de, bir anne çocuğu büyüdükçe onun hiçbir kitaba uymayan, çevrenin önermelerinin karşılığını bulamayan kendine has özelliklerini keşfetmeye başlar. İster istemez kendi yöntemlerini geliştirir. Zamanla o çocuk ve anne arasında eşi benzeri olmayan bir ilişki oluşur. Kimsenin tam anlayamadığı, babanın bile dâhil olamadığı. Mücevher ve ustasının arasındaki bağdır o. Her sanatçının kendi eserini çocuğu gibi görmesi bundandır. Günlerce, aylarca belki yıllarca önündeki tuvalle veya notalarla veya kelimelerle cebelleşerek, onların kendisine fısıldadıklarına kulak vererek kendi yapmak istediğiyle, onların yönlendirmelerini harmanlayarak eserini ortaya çıkarır ve topluma sunar.

Her anne bir sanatçıdır.

Toplumun genel geçer doğrularından, çocuk yetiştirmenin kabul gören yöntemlerinden sadece kendi çocuğuna uygun olanları alıp, kendi yöntemlerini geliştirmek tahmin edemeyeceğiniz kadar zordur. Örneğin akademik anlamda başarılı olmayıp, sanatçı yönü ağır basan bir çocuğu mümkün olan en iyi okullarda okutmayıp, sanat ağırlıklı okullara verme kararı, okurken insana kolay gelse bile, yaparken o kadar kolay değildir. Çevreden, aileden bin ses çıkar bir kere. Daha yaşı küçük olan çocuğun gelecekteki alternatiflerinin sınırlandığından, yaşı küçük olduğu için ileride değişebileceğinden, bir sanatçının para kazanamayacağından dem vurulur önce. Alttan alta da çocuğun geleceğinin düşünülmediği, kolaya kaçıldığı ima edilir. Çocuğunu ileride başarı basamaklarının en tepesinde görmek isteyen bazı babalar bile karşı çıkar bu düşünceye. Başarı, toplumun değerlerine göre belirlendiğinden, kabul görmüş, kazancı yüksek meslekler hedeflenir. Kötü niyet yoktur aslında. Gelecekte geçim sıkıntısı yaşamaması arzulanır. Peki ya mutluluk? Çok parası olanın kesinlikle mutlu olduğu varsayılan bir fenomendir. Kendini gerçekleştirebilen, içindeki arzuları hayata geçirebilmiş insan mutludur. Bunu yapabilen insan da başarılıdır. İşte bu noktada annelerin varlığı çok önemlidir. Çocuğunu iyi tanıyan, onun hayat yolculuğunda ona eşlik ederek çocuğun iç bütünlüğe ulaşmasında destek verecek olan annedir. Çocuğun iç bütünlüğüne karşı olan her durumda, çocuğunu can siperhane korumaya çalışan gene annedir.

Babaların itiraz ettiğini duyar gibiyim. Arada istisnalar olsa da, kabul edelim ki çoğunlukla çocuğun iç yolunu keşfeden, babaya bunu aktaran, bu yolda giderken kendisine destek olunması gerektiğini söyleyen annedir. Bazı babalar hemen aynı yolu yürümeye başlayarak ellerinden gelen desteği esirgemezler, bazı babalarsa kendi doğrularından şaşmayıp çocuğu doğru olduğuna inandıkları yola çekmeye çalışırlar. Her türlü örneğini görüyoruz toplumda.

Anne, bir sanatçı gibi, eseriyle birlikte yol alan, gelişen, onun ortaya çıkmasında yardımcı olandır. Çoğunlukla ilk planlananın dışında bir eser çıkar ortaya. Anne, bu nihai halini almış eseri beraberce geliştiği için en iyi anlayıp, kabul eden ve onu en içten sevendir. Çocuk her sendelediğinde beraber sendeleyen, ondan evvel ayağa kalkıp onun elinden tutan, kafası karıştığında yolunu yeniden bulmasına yardımcı olandır. Bir karşılık da beklemez. Çocuğunun varlığını bir mücevher gibi taşır üzerinde. Çocuk ne kadar mutluluktan parlarsa o da o kadar parlar. Arada bir söylenen sevgi sözcükleri ve bir gülümseme ona yeter.


Anneye saygının, sevginin, takdirin günü olmayacağından Mayıs ayındaki Anneler Günü’nü anlamsız bulsam da, günlük gaileler içinde sevgimizi yansıtmayı ihmal edebildiğimiz koşuşturmaların içinde böyle bir günün varlığı belki de gerekli. Her ne kadar bir güne sıkıştırılmış sevgi gösterilerinin yeterli olmadığını düşünsem de. Çocuklarına hiç kurumayan sevgi pınarlarından sonsuz sevgi akıtarak ömür boyu onların hayat yolculuklarında ellerinden tutup beraber yürüyen bu kadınların, sadece bir gün değil, her gün taçlandırılmaları gerektiğini düşünüyorum. Zor bir şey değil bu. Sadece içten bir gülücük ve öpücük yeterli. Unutmayalım ki, akılda kalan, yüreğe değen o kişiye yönelttiğiniz sevginin sıcaklığı, içtenliğidir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder