Her çocuğu eşsiz bir mücevher gibi görürüm. Tıpkı toprak
altından bin bir emekle ham halde çıkarılıp bir usta tarafından ince ince
işlenerek gün yüzüne çıkarılan bir mücevher gibi. Her biri kendine özel, benzersiz…
Mücevherler birbirlerine benzese de, ya taşın kalitesinin ya kesiminin ya
modelinin farklılığı onları birbirinden farklı kılar. Çocuklar da öyle. Genel
toplum ve ahlak değerleri çerçevesinde yetişse de kendine has özelliklerinden
dolayı aynı aileye mensup çocuklar bile birbirinden farklılık gösterir. Bir
çocuğun yetişmesinde, bir mücevher gibi ışıl ışıl parlamasında en önemli etken
annedir. Babaların da önemini azımsamıyorum tabii. Beraberce çocuklarını nasıl
şekillendireceklerine, nasıl yönlendireceklerine karar verseler de en önemli iş
anneye düşer. İyi bir usta gibi, sabırla ince ince işler çocuğu.
Bu işleme sırasında en önemli şey, taşın yani çocuğun
karakterine göre bir tasarım planlamaktır. Nasıl taşın kalitesine, yapısına
uymayan bir model yapılmaya çalışıldığında taş kırılır veya çatlarsa, çocuğunda kendi kapasite ve özelliklerine
uygun bir yöntem izlenmezse çocuk da kendisinden bekleneni vermez. Kırılır,
ortaya kendi içindeki cevheri gösterip parlayamayan, sıradan bir ürün çıkar.
Doğduğu andan itibaren çocukla birebir ilişki halinde olan annenin işidir
çocuğun içindeki cevheri keşfetmek. O cevheri keşfettikten sonra, onu
şekillendirip parlatmak, ortaya eşsiz bir ürün çıkarmak anne-babanın işidir.
Çocuklarını kendi gerçekleşmemiş arzularının yolculuğuna çıkarmadan, onların
beceri ve isteklerinin yolculuğunda eşlik etmek hem yolculuğu daha keyifli
kılar hem de varılan noktada ulaşılan yerin göz kamaştırıcı güzelliğine doyum
olmaz.
Bir kadının rahmine çocuk düştüğü andan itibaren o kadın
annedir artık. Çocuğun dokuz ayda büyüyüp doğması gibi, aynı süreçte bir
kadının da içinde annelik duygusu serpilip büyür. Çocuk doğduğunda içgüdüsel
olarak ne yapması gerektiğini bilir. Hiç denenmemişin getirdiği bir korku duysa
da, yaşamak için kendisine muhtaç bu varlığın karşısında korkularını kısa
sürede yener. Dünyaya gözlerini açığı anla birlikte annenin ve çocuğun beraber
büyüme süreçleri başlamıştır artık. Doğumdan evvel ve sonrasında, çocuk
yetiştirme konusunda kitap üstüne kitap devirse de, ailenin ve çevrenin
önermelerini dinlese de, bir anne çocuğu büyüdükçe onun hiçbir kitaba uymayan,
çevrenin önermelerinin karşılığını bulamayan kendine has özelliklerini
keşfetmeye başlar. İster istemez kendi yöntemlerini geliştirir. Zamanla o çocuk
ve anne arasında eşi benzeri olmayan bir ilişki oluşur. Kimsenin tam
anlayamadığı, babanın bile dâhil olamadığı. Mücevher ve ustasının arasındaki
bağdır o. Her sanatçının kendi eserini çocuğu gibi görmesi bundandır. Günlerce,
aylarca belki yıllarca önündeki tuvalle veya notalarla veya kelimelerle
cebelleşerek, onların kendisine fısıldadıklarına kulak vererek kendi yapmak
istediğiyle, onların yönlendirmelerini harmanlayarak eserini ortaya çıkarır ve
topluma sunar.
Her anne bir
sanatçıdır.
Toplumun genel geçer doğrularından, çocuk yetiştirmenin
kabul gören yöntemlerinden sadece kendi çocuğuna uygun olanları alıp, kendi
yöntemlerini geliştirmek tahmin edemeyeceğiniz kadar zordur. Örneğin akademik
anlamda başarılı olmayıp, sanatçı yönü ağır basan bir çocuğu mümkün olan en iyi
okullarda okutmayıp, sanat ağırlıklı okullara verme kararı, okurken insana
kolay gelse bile, yaparken o kadar kolay değildir. Çevreden, aileden bin ses
çıkar bir kere. Daha yaşı küçük olan çocuğun gelecekteki alternatiflerinin
sınırlandığından, yaşı küçük olduğu için ileride değişebileceğinden, bir
sanatçının para kazanamayacağından dem vurulur önce. Alttan alta da çocuğun
geleceğinin düşünülmediği, kolaya kaçıldığı ima edilir. Çocuğunu ileride başarı
basamaklarının en tepesinde görmek isteyen bazı babalar bile karşı çıkar bu
düşünceye. Başarı, toplumun değerlerine göre belirlendiğinden, kabul görmüş,
kazancı yüksek meslekler hedeflenir. Kötü niyet yoktur aslında. Gelecekte geçim
sıkıntısı yaşamaması arzulanır. Peki ya mutluluk? Çok parası olanın kesinlikle mutlu
olduğu varsayılan bir fenomendir. Kendini gerçekleştirebilen, içindeki arzuları
hayata geçirebilmiş insan mutludur. Bunu yapabilen insan da başarılıdır. İşte
bu noktada annelerin varlığı çok önemlidir. Çocuğunu iyi tanıyan, onun hayat
yolculuğunda ona eşlik ederek çocuğun iç bütünlüğe ulaşmasında destek verecek
olan annedir. Çocuğun iç bütünlüğüne karşı olan her durumda, çocuğunu can
siperhane korumaya çalışan gene annedir.
Babaların itiraz ettiğini duyar gibiyim. Arada istisnalar
olsa da, kabul edelim ki çoğunlukla çocuğun iç yolunu keşfeden, babaya bunu
aktaran, bu yolda giderken kendisine destek olunması gerektiğini söyleyen
annedir. Bazı babalar hemen aynı yolu yürümeye başlayarak ellerinden gelen
desteği esirgemezler, bazı babalarsa kendi doğrularından şaşmayıp çocuğu doğru
olduğuna inandıkları yola çekmeye çalışırlar. Her türlü örneğini görüyoruz
toplumda.
Anne, bir sanatçı gibi, eseriyle birlikte yol alan, gelişen,
onun ortaya çıkmasında yardımcı olandır. Çoğunlukla ilk planlananın dışında bir
eser çıkar ortaya. Anne, bu nihai halini almış eseri beraberce geliştiği için
en iyi anlayıp, kabul eden ve onu en içten sevendir. Çocuk her sendelediğinde
beraber sendeleyen, ondan evvel ayağa kalkıp onun elinden tutan, kafası
karıştığında yolunu yeniden bulmasına yardımcı olandır. Bir karşılık da
beklemez. Çocuğunun varlığını bir mücevher gibi taşır üzerinde. Çocuk ne kadar
mutluluktan parlarsa o da o kadar parlar. Arada bir söylenen sevgi sözcükleri
ve bir gülümseme ona yeter.
Anneye saygının, sevginin, takdirin günü olmayacağından
Mayıs ayındaki Anneler Günü’nü anlamsız bulsam da, günlük gaileler içinde
sevgimizi yansıtmayı ihmal edebildiğimiz koşuşturmaların içinde böyle bir günün
varlığı belki de gerekli. Her ne kadar bir güne sıkıştırılmış sevgi gösterilerinin
yeterli olmadığını düşünsem de. Çocuklarına hiç kurumayan sevgi pınarlarından sonsuz
sevgi akıtarak ömür boyu onların hayat yolculuklarında ellerinden tutup beraber
yürüyen bu kadınların, sadece bir gün değil, her gün taçlandırılmaları
gerektiğini düşünüyorum. Zor bir şey değil bu. Sadece içten bir gülücük ve
öpücük yeterli. Unutmayalım ki, akılda kalan, yüreğe değen o kişiye yönelttiğiniz
sevginin sıcaklığı, içtenliğidir.