Tembeliz. Milletçe tembeliz. Genlerimizde mi var bu?
Konuşmaya gelince mangalda kül bırakmıyoruz ama iş harekete geldi mi bir türlü
kalkınamıyoruz. Hep armut piş, ağzıma düş durumları. Bu her konuda böyle. Bu
ister siyaset olsun, ister kadın, çocuk, hayvan vs. hakları olsun, ister kitap
olsun değişmiyor. Kısa yoldan, derinine inmeden öğreniveriyoruz hemen. Bu da
bize yetiyor. Eskiden bu kadarını bile bilmiyorduk. Daha ne?!
Bütün demek istediğimizi 140 karaktere sığdırma zorunluluğu
olan Twitter veya ondan bundan hop paylaşarak duvarımızı canlı tutabildiğimiz
Facebook çıktığından beri iyice kolaylaştı işimiz. Zaten okumayı sevmezdik,
şimdi hiç okumuyoruz. Alıntı yapılarak paylaşılan köşe yazılarının alıntılanmış
kısmını okuyup linkini veya HAYTAP’ın bir cümleyle resimlediği bir sokak köpeği
resmini beğenip paylaşıveriyoruz, olup bitiyor. Her konuda bilgili ve duyarlı
görünüyoruz. Harika!
Facebook’ta yayınladığım blog yazılarımın ne içerdiği
konusunda bilgi vermek amacıyla ben de yazıdan alıntı koyuyordum. Hani ilgisini
çeken okusun diye. Bir ara alıntısız link verdim. Baktım bir şey fark etmiyor.
Beğenen sayısı aynı. Yorum hemen hemen hiç yok. Okuyan sayısı ise beğenen
sayısından az… Ayıp olmasın diye beğen tuşuna tıklayıveriyor bir kısım. Artık
çözdüm kim gerçekten okuyor, kim okumuyor. Onun için, okumazsanız ayıp olmuyor
arkadaşlar, okumadan beğenirseniz ayıp oluyor asıl.
Bu yorum yapma konusu apayrı. O konuda da tembeliz. Linkedin’de
çoğunluğunu Amerikan yazar ve editörlerin oluşturduğu bir gruba üyeyim. Bir tartışma
konusu açıldığında ki, sürekli yeni bir konu açılıyor, altında en az yirmi-otuz
yorum oluyor. Öyle kısacık da değil. Uzun uzun anlatıyor kendini. Aynı şekilde
bir Türk yazarlar grubuna da üyeyim. Kimse konuşmuyor, tartışma açmıyor. Biri
es kaza açarsa da altında belki bir en fazla iki yorum oluyor. Çoğu yorumsuz
akıp gidiyor. Bu insanların vakti bizden daha mı fazla? Yoksa öncelik
verdikleri konular mı başka?
Kitaplara gelince, sosyal medyada bu resim üzeri aforizma
modası çıktığından beri çok bilgilendik. Eserlerini asla okumadığımız yazarları
biliyoruz artık çoğumuz. Bir pazarlama taktiği olarak paylaşılan bu aforizmalar
satışa ne kadar destek veriyor merak ediyorum. Facebook’ta açtığım, edebiyat
ağırlıklı sayfamda gözlemlediğim, aforizma paylaşırsam beğenen çok, bir yazarla
söyleşi ya da bir kitap hakkında bilgi veren bir link paylaşırsam okuyan yok. Benim
sayfamın edebiyat ağırlıklı olduğu belli. Edebiyata meraklı değilse neden üye
oluyolar, anlamış değilim. Arkadaşlar destek amaçlı üye oluyor, onu anlıyorum da,
hiç tanımadığım bir sürü üye var. Ne okurlar, ne yorum yaparlar, ne de bir şey
beğenirler. Öyle duruyorlar orada, dekor gibi…
Hele hele konu siyaset oldu mu bayılıyoruz verip
veriştirmeye. Facebook sayfalarında gezinirken insan yarın ihtilal olacak
sanır! Bu kadar verip veriştirmenin üstüne kaçımız oy sandıklarında oylara sahip
çıkmak için gönüllü olduk merak ediyorum. İş artık yasaklanan Cumhuriyet
Bayramı kutlamalarında bayrağı ele alıp sokaklara dökülmeyi geçti. Hoş, onu
bile yapanlar az. Her sene biraz daha arttığını kabul ediyorum. Eh! Bu da bir
adım.
Yanlış anlaşılmasın, bu yazıyı yazdığım için kendimi ayrı
görmüyorum eleştirdiklerimden. Ben de bu gruptaydım bir süre evveline kadar. Ancak
hiçbir zaman sosyal ortamlarda okumadığım bir şeyi beğenmedim veya paylaşmadım.
En azından bu konuda dürüstüm. Siyaset konusundaysa geride kaldığımı, sadece
konuşarak veya yazarak yeterli direnişte bulunmadığımın farkına vararak, daha
çok okuyarak, bu konuda daha bilgili arkadaşlarımı dinleyerek, seçimde gönüllü
olarak bu konuda kendimi geliştirmeye başladım.
Arkadaşlarım, kitabımı okuyanlar ve beni sosyal medyada
takip edenler bilir; beş sene evvel hayatımı tamamen değiştirip yeni bir yola
saptıktan sonra bilgi edinmenin hazzını keşfettim. Üç yıl evvel bir dostum
Uçurtma Avcısı’nı okuyup okumadığımı sorduğunda okuduğumu söyledikten sonra
kitapta geçen Peştun ve Hazara’lar hakkında bilgim olup olmadığını sormuştu.
Olumlu yanıt verememenin utancını hissetmiş, eve gelir gelmez araştırıp
okumuştum. O günden beridir de her bilmediğimi araştırıp öğrenmeyi kendime
düstur edindim. Araştırmacı ruhu olanların bildiği gibi her edinilen bilgi yeni
bilinmezlere yol açtığından, bir ucundan başladığınızda daha derin daha derin
derken dipsiz bir kuyunun başında bulursunuz kendinizi. Bu kuyunun içinde
gezinmek, bilgi dağarcığınızı yeni bilgilerle doldurmak, her edinilen yeni
bilgiyle araştırılan konu hakkında daha fazla bir iç görü edinmek inanılmaz bir
keyif.
Eğitim sistemimizin ezbercilik üstüne olduğunu düşünürsek
çok araştırmacı bir toplum olmamamız normal. Kızımın okulunda sürekli verilen,
araştırma isteyen proje ödevlerinin çokluğundan şikâyet eden velileri duydukça
şaşırıyorum. Kime çektiyse artık, doğuştan araştırmacı ruhu olan kızımınsa en
sevdiği, en detaylı yaptığı ödevler bu projeler. Bizim evde hiç sorun olmayan
bu projeler birçok öğrencinin evinde sorun. Kendileri de, çocukluklarında
ezberci bir eğitimden geçtikleri için olsa gerek, bu saatlerce internette araştırma
gerektiren, kartonlara bilgiler aktarılırken konuyu desteklemek amaçlı
yapıştırılan resimlerin bulunması için sayısız dergi karıştırılmasını, ister
istemez yoğun bir zaman ve emek harcanan bu ödevleri anlamsız buluyorlar. Daha
da kötüsü, çocuk yapmadığı için kendilerinin yapmak zorunda kaldıklarını
sıkıntıyla ifade ediyorlar. Böyle bir ortamda yetişen bir çocuktan ne bekleriz
gelecekte?
Böyle kolaycılıkla bir yere varılmıyor maalesef. Hepimiz,
geçmiş deneyimlerimizden bunu içten içe biliyoruz aslında. Ruhumuza işlemiş
tembellikten kurtulabilsek hem daha çok şey başaracağız hem de hayattan daha
keyif alacağız. Bence öyle, siz ne düşünürsünüz bilemiyorum.
:D şimdi ben de paylaşacağım bu güzel yazıyı ama ben de biliyorum ki, uzun yazılar (ne demekse o) genelde okunmuyor! Olsun, dediğiniz gibi 2-3 kişi bile okusa kazançtır...teşekkürler.
YanıtlaSil