“Bütün yolculuklar çocukluğa varmak içindir.”
Ayna Çarpması - Murat Özyaşar
|
En sevdiğim dükkânlardan biridir oyuncakçılar. Her alışveriş
merkezine gittiğimde veya sokağa çıktığımda oyuncakçı dükkânını muhakkak seçer
gözüm. Vitrinlerinden dışarı patlayan renkleri, albenili süsleriyle gerçek
yaşantının ağırlığından alırlar beni bir anlığına. Eskiden çocuğum için,
şimdilerdeyse kendim için, hiçbir şey almasam da içlerinde gezmeyi, o cafcaflı
renkleri ruhuma sürmeyi, pelüş oyuncaklara hayalimde sarılmayı, kutu
oyunlarının mantığını çözmeyi severim. O süre içinde, ruhumun kıvrımları
arasına sıkışmış çocuk ruhumun meydana çıkıp gönlünce oynamasına izin veririm.
İnsanın yaşı kaç olursa olsun çocuk ruhunu kaybetmiyor. Yaş
aldıkça çoğalan sorumlulukların, artan yükümlülüklerin arasına saklanıyor
sadece; ilk fırsatta tekrar kendini göstermek üzere… Bir toplantıya
gittiğinizde, odada duran maket bir yelkenliyi gördüğünüzde çıkabiliyor
örneğin. Uzun zamandır sakin duran çocuk ruhunuz, o yelkenliyle açılıveriyor
macera dolu denizlere. Müşteriniz sizinle kuruş pazarlığı yaparken, siz ne balıklar
tutup, kaç korsanla savaşıyorsunuz kim bilir?
Belki siz bir korsan olup definelerin peşinde koşuyorsunuz o anda.
Gülümsediniz mi? Veya karlı bir günde, karların arasından, başını uzatıp eğik
boynuyla size selam veren bembeyaz bir kardelen çiçeği gördüğünüzde
hissettiğiniz sevinç içinizdeki çocuğun sevincidir aslında.
Çocukluk zamanlarınızı hatırlayın. Ne kadar saf, ne kadar
umut dolu olduğunuzu… Yarının gerçekten önünüzdeki birkaç günle sınırlı olduğu
günleri; dün bir misket yüzünden küstüğünüz arkadaşınızla, ertesi gün aynı
topun peşinde coşkuyla koşturduğunuz günleri; okuldan eve geldiğinizde
annenizin sizin için pişirdiği kurabiyenin ya da böreğin sizi sımsıcak
karşıladığı, o mis gibi kokuyla birlikte annenizin sevgisinin sizi sarmaladığı
günleri. Benim burnuma annemin limonlu pandispanyalarının ve tarçınlı
kurabiyelerinin kokusu geldi yazarken. O zaman ki gibi sımsıkı sarmalandım
sevgisiyle. İçim ısındı.
Sonra… Sonra büyüyoruz bir noktada. Hangi noktada çocuk
ruhlarımızdan sıyrılıp yetişkin cübbesini giyiyoruz üstümüze bilmiyorum. Belki
de, dilimize yerleşmiş “ çocuk olma “ deyimini sıklıkla duyduğumuz zamanlarda
başlıyor bu değişim, belki de tamir olmaz biçimde kalbimiz kırıldığında. Her
kalp kırılışında bir adım daha uzaklaşıyoruz içimizdeki çocuktan. Kalbin kırılış anındaki sesi duymak
istemezcesine duymuyoruz onun da seslenişlerini. Aslında onun kırılan kalbinin
yansımasını hissediyoruz. O, kırığı onarmak için yarınlara inançla çabalarken,
yetişkin halimizle kırığa tutunarak kırgınlığımızı besliyoruz. Duysak bile
sesini, vuruyoruz susturmak için; vurdukça küstürüyoruz. İyi bir şey yaptığında
takdir edilmeyen çocukların alınganlığıyla siniyor köşesine. Ağlıyor için için.
Oysa bastırdığımız, susturduğumuz kendimiziz; fark etmiyoruz. O ise saf çocuk
duygusuyla affetmenin gücünün bilincinde bizim can kırıklarımızı yapıştırmakla
meşgul. Bizse affetmek ne kelime, biledikçe biliyoruz kırgınlıklarımızı.
Bilmiyoruz ki biledikçe tekrar gelmiyor güzel günler. Çocuklarsa henüz
kirlenmemiş dünyalarıyla kırgınlıklarını atıveriyorlar içten bir gülümsemenin
karşısında.
Gene de, adı üstünde, çocuk o. Çocuk saflığıyla affediyor
bizi çabucak. Ruhuna hoş gelen bir şey gördüğünde, tattığında veya kokladığında
tüm çocuksu coşkusuyla ses veriyor yeniden. Bilirsiniz inatçı olur çocuklar. Pes
etmiyor. İyi ki de etmiyor. Tüm kırgınlıklarımız, kızgınlıklarımıza karşın şaşkın
bakışlarıyla gene tutuyor elimizden.
Sesini duyduğumuzda yeniden güzel kokuyor çiçekler, yine tadı oluyor
dost sohbetlerinin, gene güzel bakıyor eşimiz. Bütün karambolüne rağmen,
bulutların arasından parlayan güneş gibi göz kırpıyor hayat.
Oyuncaklar sadece
çocuklar için mi?
Oyuncakların sadece çocuklar için olduğunu kim söylemiş?
Hatırlıyorum, çocuğum küçükken oynamayı en sevdiğimiz oyunlardandı Hafıza (
Memory) oyunu. İki aynı resmi bulma üstüne hafızayı ve zekâyı geliştiren bir
oyundu. Yaşı ilerledikçe parça sayılarını arttırarak oynadığımız bu oyundan o
mu daha zevk alırdı ben mi tartışılır. Hafızası benden çok daha taze kızıma
karşı oyunu kazandığım zamanlar çocuk gibi sevinirdim. Bir de yaş ilerledikçe
parça sayısını arttırarak tek başınıza veya çoklu yapılabilecek yapbozlar var
mesela, halâ çok keyif alarak yaptığım. Gittikçe küçülen parçaların yerini
artık görmez gözlerimle bulduğum zaman koca kadın olarak içimdeki çocuk el
çırpıyor mutluluktan. Yaşı yirmileri geçmiş bir genç kıza, sevgilisinin pelüş
bir oyuncak aldığında duyduğu sevinci hayal edin. Seni seviyorum demenin en saf
yollarından biridir bu tür bir oyuncak almak. Bir de babalar vardır
çocuklarıyla maket uçak veya tren yapan. Bir iki kere şahit olduğumda
gözlemlediğim babanın neredeyse çocuktan daha fazla zevk aldığıdır bu işten.
Demem o ki, çocuk ruhumuz yani henüz çevre, toplum,
sorumluluklar, yükümlülükler tarafından kısıtlanmamış, şekillendirilmemiş
özümüz her daim içimizde durur. Hayatın kargaşası içinde kendine oynayacak alan
bulduğunda kendini hatırlatır. Siz sürekli onu görmezden gelirseniz alınır,
darılır, kırılır ve bir süre sonra insan hayatını anlamlı kılan, kendi öz varlığınızı
anımsatan küçük anları size göstermekten vazgeçer. Onun için, aman ha, iyi
bakın çocuk ruhunuza.
1924 yılında Atatürk tarafından “Çocuk Bayramı” olarak
kutlanmasına karar verilmiş 23 Nisan’da sadece çocuğunuza değil, kendinize de
bir hediye yapın derim. İster oyuncakçıdan ona bir oyuncak alırken kendinize de
alarak, ister onunla birlikte oynayacağınız bir oyunda çocuk ruhunuzu serbest
bırakıp geniş bir alan ve zamanda oynamasına izin vererek. İllâ çocuğunuzla da
oynamanız gerekmez; kendiniz de oynayabilirsiniz. Yorgun ruhlarınıza iyi
gelecektir, eminim.
* Mall&Motto Dergisi Nisan sayısında yayınlanan yazımdır.
* Mall&Motto Dergisi Nisan sayısında yayınlanan yazımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder