Kadın…
İçine bir dünya sığabilecek bir kelime…
İki cinse ayrılıyor insanoğlu. En basit anlamda insanın dişi
olanı… Bir de insanın erili var ona da erkek diyoruz. Yani öze inersek insan.
Kız, anne, kız kardeş, teyze, hala, anneanne, babaanne, eş, sevgili
gibi statüsünü belirler anlamlar da kazanabiliyor bu kelime.
Aynı şekilde döllenip, aynı şekilde doğuyor bu iki cins.
Doğuma kadar her şey eşit. Doğumda kültürel farklılıklara göre şekil alıyor kadının
durumu. Kimi kültürlerde kız, erkek fark etmez, dünyaya yeni bir insan getirmiş
olmanın sevinci paylaşılıyor, kimi kültürlerdeyse erkek doğduysa bir gurur,
sevinç, kız doğduysa bir üzüntü, bir kahroluş yaşanıyor. Neden? Bu algı kültür
farklılıklara göre değiştiğine göre kültürde yatıyor bu ayrılış. Kültür ne
demektir’e geliyoruz ister istemez. Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre kültür; Tarihsel,
toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile
bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve
toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünüdür. Buradan anlıyoruz ki, kültür denen olgu gelenek,
görenek, din gibi araçlar kullanılarak insan eliyle yaratılıyor. İnsan
yarattığına göre kadınlar ve erkeklerden oluşan bir topluluk olmalı. Bu gün kız
çocuğunu sevinçle karşılayan toplumların da tarihine bakarsak oralarda da
kadının pek sevinçle karşılanmadığı dönemler olmuş. Tarihin başlangıcından beri
erkek iktidarını öne çıkaran bir kültür oluşumunu ancak o dönemlerde hayatta
kalmak için avlanmak, savaşmak gibi kaba kuvvet isteyen işlerin erkekler
tarafından yapılabilmesi olarak açıklayabiliyorum ben. Kadın evde korunması,
beslenmesi gereken bir varlık durumunda. O dönemlerde yaşamalarını erkeklere
bağlayan kadınlar bu kültürün oluşmasında kuralların, değerlerin belirlenmesinde
hakkı erkeklere vermiş olmalı; ister istemez…
Yüzyıllar içinde yavaş
yavaş değişiyor bu durum. Kadınlar da çalışıyor, üretiyor, ekonomik gücün
içinde yer alıyor hatta eskilerde kimselerin aklına gelmeyecek bir şekilde ticari, siyasi, sanatsal ve bilimsel alanlarda üst mevkilerde yer almaya başlıyor. Ne
şaşırtıcı, değil mi? Fiziksel kuvvetten ziyade aklın başrol oynadığı dönemlerde
kadınlar arka sıralardan çıkıp ön sıralarda erkeklerle birlikte yer almaya
başlıyor. Kadının aklı var mıydı? Asırlar boyu yerleşmiş, içselleştirilmiş
kuralları değiştirmek için hem erkeklere hem de bazı kadınlara karşı mücadele
vermek zorunda kalıyor kadınlar.
Gene TDK’ya dönelim.
Kadın kelimesine baktığımızda; “erişkin dişi insan, hatun, zen”
açıklamasının ardından “Analık veya ev yönetimi bakımından gereken
erdemleri, becerileri olan” açıklamasıyla karşılaşıyoruz. Buna karşılık erkek
kelimesine baktığımızdaysa “yetişkin adam, bay, er kişi “ açıklamasının
ardından “ sözüne güvenilir, mert” ve “sert, kolay bükülmez”
açıklamalarıyla karşılaşıyoruz. Başka söze gerek var mı?
Kadını kıstıran,
sıkıştıran bu kültürel olguya rağmen kadın da her insan gibi, akla, mantığa,
duyguya, düşünceye sahip bir varlık. Eğitim, sanat, televizyon, sosyal medya gibi araçlar
vasıtasıyla bastırılmış duygu ve düşüncelerinin milyonlarca kadın tarafından
paylaşıldığını gördükçe kendi kişisel haklarına sahip çıkmaya, kendi
isteklerinin peşinden koşmaya, erkekler tarafından koşullandırılmamış özgürlüğünü
talep etmeye başladıkça iktidarı elde tutan erkekler erklerinin sarsıldığını
hissediyorlar maalesef. Aslında sarsılan bir şey yok. Erk olarak algıladıkları
şeylerin yanlış noktalarda olmasından kaynaklanıyor sadece. Yüzyıllardır elde
tuttukları iktidarı kaybetmemek adına bilebildikleri tüm silahlarla mücadele
ediyorlar. Gene kültüre göre değişiyor bu silahlar. İster duygusal ister
fiziksel olsun şiddet olarak şekil alıyor. Hedef aynı; kadını sindirmek… Kadını
sindirdikçe, eve kapadıkça, tüm diğer özellik ve becerilerini yok sayıp sadece
annelik ve eşlik statüsünün içine sıkıştırdıkça ciddi anlamda ortak bir gücün,
birlikte hareket edilse sahip olunabilecek mutluluğun yok edildiğini göremiyorlar
mı? Hayret!
Ancak ne yapılırsa
yapılsın kadınlar yükselişte! Bu çıkışı kimsenin durdurmaya gücü yetmez, yetmeyecek.
Kadınların talep ettikleri sadece insan olduklarının hatırlanması ve cinsiyet
ayırımcılığı yapılmadan tüm insanlar gibi eşit hak ve özgürlüğe sahip olmak.
İki cinsin kendilerine has özelliklerinin birbirlerini engelleyici değil
bilakis tamamlayıcı olduğunu görmek ve birbirlerine saygı duyarak birlik ve
beraberlik içinde yaşamak için daha kaç kadının şiddete maruz kalması gerek? Yüzlerce,
binlerce? Erkeğe, kadına saygının onları aşağıya çekmediğini, tam tersine
yücelttiğini anlatabilmek için kaç yıl geçmesi gerek? Bir nesil, bir asır?
Keşke bu soruların cevabı sıfır olsa…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder