KİTAP YORUMLARI

ÖYKÜ

6 DAKİKA

11 Mart 2015 Çarşamba

BU TARZ KİMİN

Vallahi delireceğim. Zaten bu ülkede yaşayıp da normal kalmak mümkün mü? Herkes bir kafayı üşüttü iyice. Bir pespayelikler ülkesi halindeyiz. Sabah kalkar kalkmaz, eskiden gazete okuduğumuz gibi, ilk iş bilgisayarın düğmesine basıp sosyal medyaya girer girmez arka arkaya akıyor rezillikler, kara haberler. Yüzümüzü güldürecek bir şey yok. Kızım girme artık şu facebook’a diyor, depresif geziyorsun hep diye şikâyet etti geçen gün. Haklı valla. Haklı haklı olmasına da geçen Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ruhum kaldırmadığından gazete okumayı, televizyon seyretmeyi bıraktığımdan, memlekette neler oluyor diye takip ediyorum en azından facebook’tan, twitter’dan. Onları da bıraksam bihaber yaşayacağım dünyadan. Bazen fena da olmaz demiyorum değil ama olmuyor işte.

Televizyon dünyamı Cnbc-e’de yayınlanan birkaç dizi ve filmlerle sınırladım. Ancak o kadar. Ruhumu kitap okuyarak dinlendirmeye çalışıyorum daha çok. Uzun uzun tartışma programlarını seyredemiyorum artık. Bu kadar ne dediğini bilmez, dün dediğini bu gün inkâr eden, çevir lafı dolandır dur kişileri seyretmeye dayanamıyorum.

Bu televizyondan uzak dünyamda yaşarken kızımın da modaya merakı yüzünden Bu Tarz Benim diye bir yarışma programına denk geldim yaklaşık bir ay evvel. Sonradan adı değişti Bu Stil Benim diye. Başka bir kanalla kapışmışlar, mahkemelik olmuşlar falan. Kızım seyrediyor ya, ben de baktım ne mene bir şey diye. İşte kızlar giyiniyor, üç tane de güya modacı tarz veya değil diye karar veriyorlar. Benim bildiğim sadece Nur Yerlitaş gerçekten modacı. Diğerleri sonradan olma. Neyse sorun o değil. Birkaç kez daha denk geldim. Sonra da merakımdan oturdum bir hafta kadar neredeyse her gün seyrettim. Program her gün bu arada!

Neresinden baksan rezil bir program. Sanırım formatında var; kızlar habire kavga ediyorlar. Hakaretin bini bin para, seviyesiz tartışmalar gırla gidiyor. Bir de kızların neredeyse hepsi ağızlarını yaya yaya konuşmuyorlar mı deliriyorum. Formatında var diye düşünüyorum çünkü artık iş son derece çirkin bir hal alıncaya kadar jüri müdahale etmiyor. Hatta sunucu neredeyse teşvik ediyor diyebilirim. Saygısızlık, seviyesizlik diz boyu. Program moda yarışmasından çıkıyor, çene yarıştırma yarışına dönüyor. Kim bastırırsa artık!  Kızlarımızı, kadınlarımızı görmek istediğimiz format bu mudur? Seyrederken gerçekten üzüldüm.

Bir yandan mini etek, müsait tartışmaları dönerken ülkede, güya arkadaşıyla yemeğe ya da kafeye giderken “tarz” olabilecek kıyafetler sergileniyor yarışmada. Artık mizansene göre. Konsept diyorlar buna. Yarışmacı giydiği kıyafeti nereye giyeceğini de söylüyor. Ona göre değerlendiriliyor. Bu düğün de olabiliyor, bir açılış da, bir yemek de. Kıyafetleri görseniz, mümkünü yok onlarla sokağa çıkamazsınız. Zaten genelde “ arkadaşımla Etiler’de yemeğe gideceğim “ gibi bir konsept seçiliyor. Türkiye’nin gerçeği Etiler midir?

Üç kağıt, katakulli, strateji, yalan, dolan ne ararsan var yarışmada. Bir iki kere de hemen arkasından yayınlanan Ütopya diye bir yarışma seyrettim. Onda da aynı durum. Herkes ikişerli üçerli gruplar halinde diğerleri hakkında dedikodu, nasıl eleyebileceklerine dair strateji yapıyorlar sürekli. Survivor desen o da aynı. Sürekli bir rekabet, birbirinin ayağına çelme takma, stratejik hesaplar dönüyor. Çirkin kavgalar, seviyesiz söylemler. Rezillik özetle.

Ülkenin çoğunluğunun tek eğlencesi televizyonken yapılan programlara bakın. Bu programlarda insanlara pompalanan değerlere… Bir yandan muhafazakârlık almış başını giderken, kadın evde oturmalıdır, kapanmalıdır gibi yükselen (!) değerler yüzünden kadına şiddet artarken, kızlarımızı özgür olmanın, haklarının peşinden koşmayı öğretmenin yolu bu mudur? Hükümetin sürekli bu değerleri öne çıkaran söylemler yapması, bu yönde adımlar atmasına rağmen bu programları ( iki kanalda birden var aynı program) görmezden gelmesi çifte standart değil midir?


Sabahları sosyal medya aracılığıyla tanık olduğum Türkiye ile akşamları televizyonda izlediğim Türkiye arasında dünya kadar fark var. Biri Hanya biri Konya. Tam da resmini çiziyor günümüzün. Ve ben deliriyorum, sinirleniyorum, üzülüyorum… 

5 Mart 2015 Perşembe

KADIN

Kadın…

İçine bir dünya sığabilecek bir kelime…

İki cinse ayrılıyor insanoğlu. En basit anlamda insanın dişi olanı… Bir de insanın erili var ona da erkek diyoruz. Yani öze inersek insan.

Kız, anne, kız kardeş, teyze, hala, anneanne, babaanne, eş, sevgili gibi statüsünü belirler anlamlar da kazanabiliyor bu kelime.

Aynı şekilde döllenip, aynı şekilde doğuyor bu iki cins. Doğuma kadar her şey eşit. Doğumda kültürel farklılıklara göre şekil alıyor kadının durumu. Kimi kültürlerde kız, erkek fark etmez, dünyaya yeni bir insan getirmiş olmanın sevinci paylaşılıyor, kimi kültürlerdeyse erkek doğduysa bir gurur, sevinç, kız doğduysa bir üzüntü, bir kahroluş yaşanıyor. Neden? Bu algı kültür farklılıklara göre değiştiğine göre kültürde yatıyor bu ayrılış. Kültür ne demektir’e geliyoruz ister istemez. Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre kültür; Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünüdür. Buradan anlıyoruz ki, kültür denen olgu gelenek, görenek, din gibi araçlar kullanılarak insan eliyle yaratılıyor. İnsan yarattığına göre kadınlar ve erkeklerden oluşan bir topluluk olmalı. Bu gün kız çocuğunu sevinçle karşılayan toplumların da tarihine bakarsak oralarda da kadının pek sevinçle karşılanmadığı dönemler olmuş. Tarihin başlangıcından beri erkek iktidarını öne çıkaran bir kültür oluşumunu ancak o dönemlerde hayatta kalmak için avlanmak, savaşmak gibi kaba kuvvet isteyen işlerin erkekler tarafından yapılabilmesi olarak açıklayabiliyorum ben. Kadın evde korunması, beslenmesi gereken bir varlık durumunda. O dönemlerde yaşamalarını erkeklere bağlayan kadınlar bu kültürün oluşmasında kuralların, değerlerin belirlenmesinde hakkı erkeklere vermiş olmalı; ister istemez…

Yüzyıllar içinde yavaş yavaş değişiyor bu durum. Kadınlar da çalışıyor, üretiyor, ekonomik gücün içinde yer alıyor hatta eskilerde kimselerin aklına gelmeyecek bir şekilde ticari, siyasi, sanatsal ve bilimsel alanlarda üst mevkilerde yer almaya başlıyor. Ne şaşırtıcı, değil mi? Fiziksel kuvvetten ziyade aklın başrol oynadığı dönemlerde kadınlar arka sıralardan çıkıp ön sıralarda erkeklerle birlikte yer almaya başlıyor. Kadının aklı var mıydı? Asırlar boyu yerleşmiş, içselleştirilmiş kuralları değiştirmek için hem erkeklere hem de bazı kadınlara karşı mücadele vermek zorunda kalıyor kadınlar.

Gene TDK’ya dönelim. Kadın kelimesine baktığımızda; “erişkin dişi insan, hatun, zen” açıklamasının ardından “Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan” açıklamasıyla karşılaşıyoruz. Buna karşılık erkek kelimesine baktığımızdaysa “yetişkin adam, bay, er kişi “ açıklamasının ardından “ sözüne güvenilir, mert” ve “sert, kolay bükülmez” açıklamalarıyla karşılaşıyoruz. Başka söze gerek var mı?

Kadını kıstıran, sıkıştıran bu kültürel olguya rağmen kadın da her insan gibi, akla, mantığa, duyguya, düşünceye sahip bir varlık. Eğitim, sanat, televizyon, sosyal medya  gibi araçlar vasıtasıyla bastırılmış duygu ve düşüncelerinin milyonlarca kadın tarafından paylaşıldığını gördükçe kendi kişisel haklarına sahip çıkmaya, kendi isteklerinin peşinden koşmaya, erkekler tarafından koşullandırılmamış özgürlüğünü talep etmeye başladıkça iktidarı elde tutan erkekler erklerinin sarsıldığını hissediyorlar maalesef. Aslında sarsılan bir şey yok. Erk olarak algıladıkları şeylerin yanlış noktalarda olmasından kaynaklanıyor sadece. Yüzyıllardır elde tuttukları iktidarı kaybetmemek adına bilebildikleri tüm silahlarla mücadele ediyorlar. Gene kültüre göre değişiyor bu silahlar. İster duygusal ister fiziksel olsun şiddet olarak şekil alıyor. Hedef aynı; kadını sindirmek… Kadını sindirdikçe, eve kapadıkça, tüm diğer özellik ve becerilerini yok sayıp sadece annelik ve eşlik statüsünün içine sıkıştırdıkça ciddi anlamda ortak bir gücün, birlikte hareket edilse sahip olunabilecek mutluluğun yok edildiğini göremiyorlar mı? Hayret!

Ancak ne yapılırsa yapılsın kadınlar yükselişte! Bu çıkışı kimsenin durdurmaya gücü yetmez, yetmeyecek. Kadınların talep ettikleri sadece insan olduklarının hatırlanması ve cinsiyet ayırımcılığı yapılmadan tüm insanlar gibi eşit hak ve özgürlüğe sahip olmak. İki cinsin kendilerine has özelliklerinin birbirlerini engelleyici değil bilakis tamamlayıcı olduğunu görmek ve birbirlerine saygı duyarak birlik ve beraberlik içinde yaşamak için daha kaç kadının şiddete maruz kalması gerek? Yüzlerce, binlerce? Erkeğe, kadına saygının onları aşağıya çekmediğini, tam tersine yücelttiğini anlatabilmek için kaç yıl geçmesi gerek? Bir nesil, bir asır? Keşke bu soruların cevabı sıfır olsa…