Sabahın erken saatlerinde düştük yola. Erken dediğime
bakmayın, bir Pazar gününe göre erken sadece.” Cumartesi gecesi geç yattım,
Pazar uyuyacağım tek gün ya” falan mazeretleri yok; herkes itirazsız saatinde
vapur iskelesindeydi. Tek firemiz bu geziyi organize eden arkadaşımızdı;
ateşlenmiş, yatağından çıkamadı maalesef. Aklımız ve gönlümüz onda, içimiz
biraz eksik, bindik vapura.
Ada yolculuğu adadan başlamaz efendim. Ada yolculuğu
vapurdan başlar. Güneşin, günün güzel olacağını belirtecek kadar, bulutlar
arasından göz kırptığı saatlerde, vapurun dışında denize ve maviye karşı çay
içmenin, martılara selam vermenin keyfi başkadır. Biz de böylesi bir keyifle
başladık güne. Arkasında beyaz köpükler bırakarak şehirden uzaklaştıkça vapur,
biz de köpüklere bıraktık günlük dertlerimizi. Edebiyatın büyülü dünyasının
yolcuları olarak, daha vapurda başladık, martıların eşliğinde, edebiyattan,
Sait Faik’ten bahsetmeye çayımızın yanında.
Burgaz’a geldiğimizde Kabataş’tan gelen arkadaşlarımızla da buluşup ilk hedefimiz olan Sait Faik Müzesi’ne yürümeye başladık. Hepimizin çantasında Sait Faik’in Son Kuşlar kitabı; kimimizin yüreğinde Mercan Usta, kimimizin yüreğinde Barba Antimos, kimimizde ise Kırlangıç Yuvasındaki Kadın. Öyle bir kaptırmışız ki bu denizin mavisi boyunda martılarla yürümeye, müzeyi falan geçip yarım ada boyu yürümüşüz. Ne gam! Güneşin iyice yükselip, bizi kollarıyla sarmaladığı bir saatte yosun kokusunu içimize çeke çeke, tatlı sohbet eşliğinde yürüyüş keyfi yapmışız. Daha ne! Müzeye döndürdük yüzlerimizi bir süre sonra. Sokak aralarına girince o da ne, kedi cenneti burası mübarek. Grup içinde, benim gibi, kedi hastaları olduğundan biraz zaman aldı tabii müzeye ulaşmak. Vardık sonunda. Tepede, geniş bir manzaraya hakim, Darüşşafaka Cemiyeti tarafından renove edilerek 2013 yılında tekrar ziyarete açılan, Sait Faik ve ailesinin yaşadığı dışı bembeyaz boyalı, pırıl pırıl bir köşk burası. Öyle bir manzaraya sahip ki insan “burada yazılmaz da ne yapılır?” diyor. Üç katlı köşkü, ruhumuzda esen değişik rüzgârlarla, sessizce gezdik. Benim ruhumda esen rüzgârlar başka bir yazının konusu olacaktır. Birbey’imiz mektup bile yazmış Usta’ya. Onu bıraktı. Biz de yazacağımız mektupları getirmek üzere bir daha geleceğimize söz vererek ayrıldık Usta’nın yanından.
Ada olur da balıksız-rakısız olur mu? Olmaz. Öğleni de
etmişiz. Güneş, bu kış gününde Tanrı’nın bize bir armağanı olarak, ışıl ışıl
tepemizde; deniz kıyısında tüm balık lokantaları rengârenk sandalye masalarını
dışarı atmışlar, müşteri bekliyorlar, balıkçılar daha yeni tuttukları, henüz
canlı balıkları leğen leğen taşıyorlar; karnımız acıktı tabii. En mavi
sandalyeleri olan lokantayı seçip oturduk. Kediler, köpekler bile onlardan bize
de düşer diyerek etrafımızda, kucağımızda kendilerine yer buldular. Bir fazla
porsiyon balığı onlar için söyledik. İstanbul, günlük telaşlar, iş sıkıntıları,
geçim dertleri, aşk acıları hepsi denizin öte tarafında kaldı. Herkes memnun
halinden; söyledik, söyleştik. Rakılar, biralar, kediler, köpekler, neşemiz,
umudumuz, yazılarımız, planlarımız; coşkulu bir masaydık.
Karnımız tok, kafalar hafif çakırkeyif ne yapalım? Bu sefer
adanın içlerine doğru yürüdük biraz. İki katlı, muhteşem bahçeli evlerin, yan
yana, sokağın iki tarafını taçlandırdığı sokaklarda yürüdük. Yeşilin, mavinin
her tonunun cömertçe sergilendiği bahçelerin yanından geçtik. Koruma altına
alınmış 600 yıllık bir ağacın görkeminden büyülendik, gövdesi içinde kendine
yaşam alanı bulmuş mantarın mucizesini hayretle keşfettik. Bize her daim eşlik
eden, her biri birbirinden güzel kedilere kıyamadık, onlara mama alıp besledik.
Başka bir dünyadan gelmişcesine elimizde fotoğraf makinesi, turist Ömerler gibi
sokakları arşınladık. Belki gerçekten de başka bir dünyadan gelmiştik. Belki de
dünya bizi başka bir yere sürüklemişti. Kim bilir? Yorulunca gene deniz
kenarında, batan güneşin sarılığında kahvemizi içtik. Gün bitmeye, sıcak soğuya
dönmeye ve düş gerçeklere dönmeye başladı. Dönüş saatimiz geldi. Hocamız son
dakikaya kadar orada kalmanın yollarını aradı ama bırakmadık.
Dönüş yolunda hava soğumuştu ama dostluğumuz içimizi
ısıtmaya devam etti. Yeni planlar, programlar yapıldı, ertesi günün iş günü
olduğu hatırlanmamaya çalışıldı. Temiz havadan yorgun ama keyifli dağıldık.
Gece uykuya dalarken aklımda Sait Faik ve yüreğimde hüzün vardı…
cok guzel...bana kucuklugumu gecirdigim burgazi baska bir sekilde anlatman cok hosuma gtti
YanıtlaSilAdınızı yazmadığınız için kim olduğunuzu bilemedim ama teşekkür ederim.
YanıtlaSil