Babamın teşhisi yeni konan hastalığı nedeniyle bütün
planları, arzuları, niyetleri kısaca hayatı askıya aldık bir süreliğine. Onun
hastalığı ekseninde dönen endişe, telaş, korku, sevgi, vicdan, şefkat,
şaşkınlık, tevekkül gondolları ile bezeli bir dönme dolaba binmiş gibi
hissediyorum kendimi. Her çevirişte başka bir gondol duruyor önümde. Bazen öyle
bazen böyle…
Kötüleşti diye hastaneye yatırılan babamın yanında olmak,
ona moral verebilmek amacıyla apar topar gittik kızımla Almanya’ya. Senelerdir
her sene gittiğim Almanya’ya belki de ilk defa farklı gözle baktım bu sefer.
Daha bir inceleyerek, gözlemleyerek… Ölümün kıyısında gezinen babam dolayısı
ile hayatı yine ve yeniden sorgulama dönemine girdiğimden olsa gerek, önüme
gelen her durumu iyice anlama çabasındaydım. On günlük seyahat bana hayatı her
açısından inceleme fırsatı sundu bana.
Dördüncü evre kanser teşhisi konan babamın ve eşinin
hastalığa bakış açılarında başladı şaşkınlığım. Biz Türklerdeki gibi bir ah vah
durumu olmadığı gibi, inanılmaz bir serinkanlılıkla, hayattan asla vazgeçmeden
yaklaşıyorlar hastalığa. Ömrünün çok uzun olmadığının bilincinde birkaç sene
daha kaliteli bir yaşam sürme derdindeler ikisi de. Eşinde de yandım, bittim,
kül oldum söylemleri hiç yok. Hatta babam hastanedeyken bir tanıdıklarının
doğum günü davetine katılabilecek kadar hala hayatın içindeler. Bizde olsa
kocasını hastanede yalnız bıraktığı için eleştiri bombardımanına tutulurdu
kadıncağız. İlk başta ben de şaşırdığımı itiraf etmeliyim ama “bu uzun ve zorlu
süreci atlatabilmek için benim de enerjiye ihtiyacım var” dediğinde hak verdim
kendisine. Babam da bozulmadı zaten, bilakis gitmesi için teşvik bile etti.
Öyle akın akın hastaneye hücum eden bir dost ahbap güruhu da yok. Enfeksiyon
kapma riski yüksek dendiği için herkes telefonla arayıp hal hatır soruyor.
Zaten hastaneye gittiğinizde kalabalık odalarda yatanların Türk hastalar
olduğunu hem kalabalıktan hem de gelen lahmacunvari kokulardan anlıyorsunuz
hemen. Doktorlar da şikayetçi bu durumdan ancak yasak koymayı doğru
bulmadıklarından, durumu anlatıp insanların kendi aklıselimlerine bırakmayı
tercih ediyor Almanlar. Bilseler bizde aklıselim durumu işin içine hastalık
girdi mi yok olur gider, belki başka türlü yaklaşacaklar ama anlayamıyorlar.
Bize güzel bir sürpriz yapıp Almanya’ya gittiğimizin ertesi
günü hastaneden salıverileceğini öğrenince ben, hemen Türk kafası, babam
gelmeden evi temizleyelim diyerek işe koyuldum. Tamam dedi üvey anne. Baktım
üstten üstten toz alıyor, olmaz öyle deyip dolapların tepesine çıkıp en dip
yerlere kadar toz alıp, silip, süpürüp evi babama hazır hale getirdik. Tabii
üvey annede kendince haklı. Bizdeki gibi yardım edecek kimse olmayınca o da
altmış yaşıyla yapabildiği kadar yapabiliyor. Kapının önüne buradan götürdüğüm
galoşları da koyup “ gelen insanlara bunları giydireceksin “ deyince üvey anne
şaşkın şaşkın yüzüme baktı iyice. Dışarıdan ayakkabısı ile giren mikrop taşır
diye açıklamak zorunda kaldım. Her ne kadar gelenlere galoş giydirmediyse de
kendisi de ayakkabılarını kapı önünde çıkarıp ayakkabılarını hemen dolaba koymaya başladı. Babamı
da tembihledik. O da öyle yapıyor şimdi. Eh, misafirliğe gidildiğinde ayakkabı
çıkarma alışkanlıkları olmadığından düşünemiyorlar tabii.
Recep Tayyip Erdoğan’ın yurtdışında yaşayanlara oy verme
imkanı sağlayacak değişikliği neden getirdiği hemen anlaşılıyor. İnanılmaz bir
Türk nüfusu var Almanya’da. 60’lı yıllarda çalışmaya gidenlerin orada doğmuş
çocukları ve onların da çocukları derken iyice büyümüş nüfus. Babamların
yakınındaki bir Türk kafesine bir şey içmek için oturduğumuzda Türk garson
kızla Türkçe konuşmaya çalıştım ama ne mümkün. Öyle bozuk Türkçesi. Almanya’da
doğmuş, evde anne ve babasının bile Almanca konuştuklarını söylüyor. Sadece
onlarla yaşayan babaanne ile Türkçe konuşuluyormuş. Almanya’da hala Türk olarak
başka bir statüdeler, Türkiye’de ise Almancı olarak gene başka bir statüde. Ne
oraya ne buraya aitler. Ortada kalmış, sahipsiz, kendi içlerinde bir birlik
kurmaya çalışıyorlar. Türklerin sahip olduğu kocaman markete girdiğinizde de
bunu hissediyorsunuz. Herkes Türkçe Almanca karışık konuşuyor. Erdoğan’ın
onları kucaklayıcı tavrı onlara Türk kimliklerini yeniden hatırlatıyor. Ait
hissediyorlar bir yere. Çoğu sıkı AKP’li…
Her sene gittiğim Almanya’da baş örtülü, pardesülü gezen
kesimde inanılmaz bir artış gözlemledim. Eskiden olabildiğince Alman toplumuna
uyum sağlamaya çalışan Türkler artık kendi özerkliklerini ilan etmişler, uyum
sağlama çabaları hiç yok. Tamamen kendi içlerinde yaşıyorlar. Sadece orada
doğmuş, büyümüş çocuklar ailelerinden baskı görmüyorlarsa Almanlaşıp artık o
toplumun içinde yer edinmeye çalışıyorlar. Televizyonda birçok Türk sunucu,
oyuncu, komedyen görülebiliyor. Bunlar Almanlar tarafından kabul edilip,
sevilen kişilikler. Ancak Almanlar kendi içlerine kapanıp, kendi dünyalarından
apayrı bir şekilde yaşayan Türkleri aralarında istemiyorlar artık. Zaten
işsizliğin yüksek olduğu, ekonomik sıkıntı içindeki Almanya kendi halkına
yeterince iş olmadığından şikayetçi. Bu başörtülü, pardesülü, yerine göre
çarşafla gezen Türkleri estetik bile değil diyerek aşağılıyorlar.
R. T. Erdoğan’ın özellikle Gezi olayları sonrası sertleşen
söylemleri, insan özgürlüğünü
kısıtlayıcı kararlarından sonra bir de dünya üzerindeki diğer İslam
ülkelerindeki durmak bilmez kan dökülen olaylardan sonra İslam dininin “ saçma,
kan dökücü, insanı değerleri sahip olmayan, kötü “ bir din olduğu konusunda
neredeyse hem fikirler. Kendilerince böyle Avrupa Birliği’ne giremezsiniz diye
tehdit ediyorlar. Erdoğan’ın ondan çoktan vaz geçtiğinin farkında değiller. Tüm
dinlerin temel değerlerinin aynı olduğunu düşünürüm hep. Ancak bu yaklaşım
farklılığından sanki bambaşka şeyler söyleniyormuş gibi algılanıyor maalesef. Artık
anlayış, hoşgörü falan hak getire İslam’a karşı nefret tohumları ekiliyor ister
istemez.
Kendi kişisel ve sosyal haklarından çok emin, gündelik
yaşamlarını sürdürüyorlar Almanlar. Tatile nereye gidelim, evdeki televizyonu
daha yenisiyle nasıl değiştiririm, yaşı gelmiş çocuğuma nasıl araba alırım,
birçok, bana göre olmasa da olur, bıttırı bızık ev aletini nasıl alırım gibi
tüketim odaklı bir hayatları var. Türklerin yaşam mücadelesini, hayata tutunma
çabalarını pek anlamıyorlar.
Babam çok yoğun iş hayatımı bırakmamdan memnun ama nasıl
geçindiğimi, geçineceğimi bir türlü aklı almıyor. İkinci kitabını da çıkarmadın
diyor sanki kitaptan para kazanılırmış gibi. Kitaptan para kazanılmaz ki
dediğimde iyice dehşete düştü adamcağız. Hayatımı çok küçülttüm, daha mutluyum
diye anlattım. Anlamadıysa bile evet görülüyor dedi. İkinci Dünya Savaşı’nın
yoksunluk günlerinden gelen babam için maddi kazanımlar , manevi kazanımların
önünde oldu çoğu zaman. Ölümle dans ettiği şu günlerde biraz daha fazla anlamış
görünüyor maneviyat ihtiyacını. Senelerdir kiliseye adım bile atmayan babam,
eşinden öğrendiğime göre son bir senedir kiliseye gider olmuş. Hatta
hastanedeyken kendi gidemediği için eşini yollamış Pazar ayinine. Şaşırmadım desem
yalan olur ama yaşlandıkça, yaş aldıkça maneviyatın daha bir önem kazandığına
güzel bir örnek.
Şimdi o iyi, bu kötü diye bir yorum yapmayacağım. Sadece
kültür farkı diyebiliyorum. Neredeyse her konuda farklı iki toplum Türkler ve
Almanlar. Televizyon programlarından, kitapçılarda satılan kitaplardan,
vizyondaki filmlerden vs iyice görülüyor bu fark. Biz özgürce yaşamanın savaşını
verirken hala, onlar ise ellerindeki özgürlükle ne yapacaklarını düşünüyorlar.
Temelde insani değerlerin aynı olduğu farklı din ve
milliyete sahip insanların, tüm bu kültürel farklarına rağmen, güç, hırs odaklı
mecraların içlerine nefret tohumu ekmelerine izin vermeden el birliği ile
birbirlerine saygı duyarak, temel değerler etrafında buluştuğu, farklılıkları
tehdit yerine zenginlik olarak gördüğü bir dünya için çabalamalarının doğru
olduğunu düşünüyor ve bunun gittikçe uzaklaşan bir hayal olarak kalmasından
ürküyorum.
Değerli Sanal Dostum,öncelikle Babanıza geçmiş olsun ve sizlere uzun sürecek sabır,metanet dileklerimi sunuyorum.Blogunuzdaki satırları zevkle okudum,o hengamede gözlemleriniz ülkemiz insanları için bir nebze ışık olabilirse ne mutlu size..Saniyelerin insanlara ne getireceği hala meçhul,başarılarınızın devamını dilerim...
YanıtlaSilÇok geçmiş olsun.
YanıtlaSilGeçmiş olsun dileklerinize çok teşekkür ederim Bedri Bey ve LesliYan :) Hayat döngüsünde sıra buna gelmiş demek ki. Kaçış yok, tevekkülle karşılamak gerek.
YanıtlaSil