KİTAP YORUMLARI
▼
ÖYKÜ
▼
6 DAKİKA
▼
25 Nisan 2014 Cuma
14 Nisan 2014 Pazartesi
BİZİM EVİN HALLERİ - 7
Müjde! Artık yatağımı paylaştığım bir erkeğim var. Bir evvel
ki yazımda anlattığım gibi, Çakıl Oğlan’la yastık paylaşmanın ötesine geçti beraberliğimiz.
Dün gece bir baktım, vücudunu olabilecek en uzun hale getirip boylu boyunca bana
yapıştırmış uyuyor hınzır. Bu uyuma şeklini alışkanlık haline getirirse yandım
ki sormayın. Yazın sıcağında bana yapışık bir kediyle uyumayı düşünemiyorum
bile!
Evdeki üç kedinin de kendi karakterleri var. Her insan gibi,
kedilerinde huyları şahıslarına özel.
Çakıl Oğlan’a en ufak dokunmanızdan sonra dokunduğunuz yeri dakikalarca
yalıyor. Eliniz hala onun yalama alanı içindeyse elinizi de yalıyor. Temizliyor
yani… Limon Efendi’de titiz ama o sevdiğinizde yalanmıyor da, tuvalet kabını zamanında temizlemezseniz, kendince temiz bulduğu, genellikle banyo küvetinin
içine yapıyor tuvaletini. O da başka cins yani… Cookie Hanım dişi ama onun
şişkoluktan fazla temizlikle arası iyi olamıyor evladım. Ancak ulaşabildiği
yerleri temizleyebiliyor. Geri kalan yerlerini mecburen anası olarak ben temizliyorum.
Kediler suyu hiç sevmediği için tırmık içinde kalıyor kollarım ama olsun temizlik
imandan gelir.
Dedim ya, hepsinin huyu ayrı. Çakıl Oğlan karton veya naylon
poşet canavarı mesela. Ortalıkta asla poşet veya koli, kitap gibi kartondan
yapılmış herhangi bir şey bırakmaya gelmiyor. Diyelim ki es kaza unuttunuz.
Sabah her tarafı parça pinçik karton parçaları ile bulmaya hazır olun. Çakıl
Oğlan eve ilk geldiğinde, bu huyundan haberim yok, bir sabah bir uyandım; yatak
odası bembeyaz. Gözümde pek iyi görmez, yarı uyanık ne olduğunu anlayamadım. Kalkıp
bakınca bir baktım ki, tuvalet kağıdı rulosunun ucunu yakalamış, parçalayarak
bütün odaya dağıtmış. Onun bu parçalama huyuyla böylece tanışmış oldum. Son
anda kurtardığım bir sürü kenarı koparılmış kitapla dolu evim. Artık okuduğum
kitabı ortada bırakmayıp kütüphaneye kaldırmayı alışkanlık haline getirdim
mecburen. Diğer ikisinin önüne koysan kartonu asla dönüp bakmazlar ama Çakıl
Oğlan’nın huyu böyle. Ne yapalım, öyle kabul ettik onu da. Sevmek olduğu gibi
kabul etmek değil mi?
Evde kedi tırmalama tahtası olmasına rağmen, ona asla
yanaşmayıp, tırnaklarını törpüleme işlemini koltuklar üzerinde halleden ise
Limon Efendi. Dört adet deri kaplı mutfak sandalyesini atıp tahta sandalyeler
almama sebep olan Limon Efendi, şu anda bu keyfini salonda ki tek kişilik
koltuk üzerinde sürüyor. Her gün evde “ hayır Limon” bağırışları olmasına
rağmen, daha da ilginci “hayır”ın ne anlama geldiğini bilmesine rağmen, senede
bir koltuk kumaşı değiştirmek zorunda kalıyorum sayesinde. Diğer ikisi ise paşa
paşa kedi tırmalama tahtasında hallediyorlar manikür işlerini.
Cookie Hatun’un cinsliği ise diğer ikisi fazla kendilerini
sevdirmeyi sevmezken, o her daim “sev beni” halinde geziyor. Sürekli yapışık
geziyoruz. Oturuyorsak kucağımızda, yatarsak göğsümüzde, yazarken bedeni
yapışık yanımda! Ha öyle sessiz sessiz otursa neyse ama öyle değil maalesef.
Habire bir miyavlama ve itekleme hali mevcut. Derdini anlatıncaya kadar o
miyavlama ve itekleme durumu bitmiyor.” İki seveyim kurtulayım” demek de mümkün
değil çünkü bir kere sizi sevmeye ikna ettiğine kani olursa, her duruşunuzda
gene başlıyor miyavlama ve itekleme. Bir de su konusunda huysuz Cookie Hatun.
Ona her daim taze su vereceksiniz. Su taze değilse su kabının başında, suya
bakıp bakıp miyavlıyor. Ne zaman ki o sabah tazelediğiniz suyu boşaltıp
yenisini koyuyorsunuz o zaman susuyor.
Üçünün ortak olan konusu ise kuru mamanın taze olması gerekliliği.
Mama kabının içinde kalmış mama varsa asla yemiyorlar. Açıkta kaldığı için
kokusu gitmiş oluyor sanırım. Onun için mamalarını yedikten sonra kalan mamayı
tekrar mama kovasına geri koyup, bir daha ki mama saatinde taze taze koymakta
fayda var.
Anlayacağınız, evcil hayvanınızı ailenizin bir parçası gibi
görüp o derece sevmezseniz, kolay iş değil. Eve kedi, köpek vs., herhangi bir
hayvan almaya niyetlenenlerin çok iyi düşünüp karar vermeleri gereken bir
durum. Hayvanlarda, insanlar gibi, hastalanabiliyorlar, özel bakım isteyebiliyorlar.
Bunların hepsi zaman, emek ve maliyet işi. İşin bu yanını da düşünmeden alınan
kararlar, evcil hayvanın en ufak zorlu bir gününde, pişmanlığa dönüşüp hayvanı
terk etmeye, geri vermeye çalışmaya yol açıyor. Oysa evladınızı ne olursa olsun
başka bir yere göndermek, hele hele de sokağa bırakmak istemezsiniz değil mi?
Onun için baştan iyi düşünmek, bir kere de adım atıldıysa geri dönmemek
gerekir.
Sevgi olduğu gibi kabul demiştik. İyisiyle, kötüsüyle
oldukları gibi kabul ettiğimiz üç kedimizle gayet sıcak, keyifli, eğlenceli bir
hayatımız var kızımla. Parçalanmış kartonları gördükçe kızmak yerine
güldüğümüz, Limon tırmalamasın diye “nasıl bir kumaş almalıyım?” diye düşündüğüm,
üşenmeden dombili Cookie Hatun’u tırmalanarak da olsa yıkadığımız bir yaşam.
Asla onlarsız olmayı düşünemeyeceğim kadar sevgi dolu bir yaşam…
5 Nisan 2014 Cumartesi
PEMBE GÖZLÜK
Bu gün aylardır taktığım kara gözlüklerimi çıkarıp pembe
gözlüklerimi takmaya karar verdim. Kara kara baktıkça, kara kara düşündükçe
benim de içim karardı valla. Elim kolum kalkmaz, yüzüm gülmez haldeydim
aylardır. Hani madalyonun iki yüzü vardır derler ya, ben artık kara değil pembe
tarafından almaya niyetlendim işleri. Bu kararımdan beri de “Ankara’nın Bağları”
şarkısı eşliğinde oynuyorum sabahtan beri. (İşin bu tarafı şaka ama kızlar bu
şarkıyı açınca ilk defa gıcık olmadan dinlediğim gibi, eşliğinde omuzlarımı da
oynattığımı fark ettim.)
Bu gün keyifli olmamın sebeplerinden biri evde kızım ve
arkadaşının olması. İki genç kız bir arada olunca evde çalan müzik farklı
olduğu gibi, evin havası da değişik oluyor. Kahkaha sesleri, şakalaşmalar
derken ev şenlikli oluyor. Her ne kadar ben onları yalnız bırakmak için salonu
terk edip mutfağa tıkıldıysam da seslerini, konuşmalarını duyuyorum. Bütün
umursamaz havalarının arasında memleket meselelerini kendi bakış açılarına göre
konuşmuyorlar mı bayılıyorum. Mesela başörtüsü meselesini konuşuyorlardı bu
gün. Arkadaşı kızıma “ madem mesele saçın gözükmemesi, kazıtsınlar saçlarını
ama takmasınlar, sıcak yaa “ dedi. Kızım da “ olmaz, o saçlarla evde kocalarına
cazip görünmeleri lazım “ diye cevap verdi. Ben araya girip “ başörtüsünün
sebebi, dışarıda başka erkeklerin dikkatini çekmemek, sadece kendi mahreminin
yani kocasının dikkatini çekmek, ona cazip görünmek “ dedim. Kızım “ bu devirde
o kapkara çarşaflarla hiç dikkat çekmiyorlar ya, asıl böyle daha çok dikkat
çekiyorlar “ dedi. 13 yaşındaki kızlara daha fazlasını anlatamadım ama aklıma
senelerdir bende çalışan başörtülü yardımcım Gülden geldi. Gülden’in babası da
hoca dolayısı ile dini bütün bir aile. Onunla din ve Kuran üstüne yaptığımız sohbetlerde
hep der ki “ sen kapanamazsın mesela çünkü senin çevrende kapanmak dikkati
çeker. Esas dikkati çekmemek , göze çarpmamaktır. Dikkat çekecek kadar aşırı
açık giyinmedikçe başı açık ya da kapalı olmuş dine aykırılık teşkil etmez.” Üniversite
sınavına bu sene giren çok tatlı bir kızı var. Onun da başı kapalı. “Ben
zorlamadım abla, kendi öyle tercih etti. Bizde karışmak yoktur. “ dedi. İlkokul
mezunu bu kadının kızı üniversiteyi kazansın diye nasıl çabaladığını da
görüyorum. “İstanbul dışını yazacak mısınız tercihlerde? “ diye soruyorum. “
Gönlüm istemiyor ama yazacak tabii. Okusun da abla, nereye olsa gönderirim “
diyor. “Geçen seçimlerde ben AKP’ye vermiştim ama çalmak, çırpmak, kul hakkı
yemek dinimizde yoktur. Bu seçimde CHP’ye verdim” diyor. Böyle dini bütün
olsun, canımı yesin. Saygım sonsuz. Kızı da üniversite sınavına girerken onu
arayıp “ yapacaksın biliyorum, sana güvenim tam “ demiştim. Sınav sonuçları
belli olup geçtiğini öğrenince hemen beni aradılar mutlulukla. “ Hadi Gizem’cim
ikincisini de başaracaksın, eminim ben “ dediğim için evde herkese “ Yasemin
Abla’mın yüzünü kara çıkaramam, çok çalışmam lazım deyip çalışmalara hemen
başlamış. Kendi kızım kazanmış kadar mutlu olacağım eğer bir yeri kazanıp
üniversiteye girebilirse. Gülden ‘de benim kızımı çok sever. Aile olduk seneler
içinde.
Bu gün keyfime keyif katan başka bir olay ise Facebook
vasıtasıyla tanıştığım, kendisini şahsen tanımadığım 25 yaşında zehir gibi bir
genç kız. Facebook üzerinden yazarlarla genç okurları buluşturmayı hedeflemiş
bu genç kız sayesinde birçok genç insanla tanışma, sohbet etme fırsatım oldu,
oluyor. Ali İsmail Korkmaz’ın adının verildiği İzmir’de yeni açılmış bir kütüphaneye kitap toplamak için çırpınıyor.
Benden de rica etti, kütüphaneye kitabımı göndermemi. Neden olmasın? Zevkle,
keyifle. Benim için onurdur. Bu kadar kitapla iç içe olan bu kız bu gün
yazışırken “annem bana üniversiteyi okuttu, daha ne yapsın? “ dedi. O an
düşündüm. Bizlerin üniversite okuyabilecek miyiz endişelerimizden ziyade “nerede
okusak acaba? “ dertlerimiz vardı o yaşlarda. “Yurtdışında mı, yurtiçinde mi
okusak?” seçimi arasında gidip gelme lüksüyle yaşıyorduk bir kesim. Halbuki o,
ailesinin ona okuma izni vermesiyle mutlu olmuş bir genç kız. Birbirinden ne
kadar farklı iki dünya! Dün benden yazacağı bir yazı için destek istedi. Ben de
yardımcı olmaya çalışıyorum. “ Annemmm “ diye geliyor artık mesajlar. Ben mutlu
olmayayım da kim olsun? Bayılıyorum gençlere. Onlarla iç içe olmak, onlara
dokunabilmek beni hem mutlu kılıyor ve hem biraz daha genç!
Bu keyif gazıyla Oy Ve Ötesi’ne başvurup Cumhurbaşkanlığı
seçimleri için sandık gözetmeni de oldum. Takılıp durduğum kitabımda ilerlemek
ve kendimi geliştirmek adına bana faydalı olacağına inandığım bir yazı atölyesi
de buldum. Ona da katılacağım. Kafamın yattığı bir STK bulup ona da katılmayı
planlıyorum. Madem çalışmıyorum, vaktimi boşa harcamamalıyım. Kalan enerjimin
son damlasına kadar kendim için, kızım için, Türkiye için elimden geleni yapma
arzusuyla dolu içim. Ne yapabilirsem, elim, aklım neye yeterse…
Bir arkadaşımın da geçenlerde de yazdığı gibi, herkes kendi
küçük alanında nereye kadar uzanıp elinden gelenin en iyisini yaparsa, Gezi’yle
başlayan, son seçimlerle ivme kazanan değişim rüzgarına katkıda bulunabiliriz.
Yol uzun ancak pes etmeden, yorulmadan, içimizdeki iyiye ve doğruya inanarak
alacağımız yol, bizi eninde sonunda sonuca vardıracaktır. Biz 50 yaş
üstündekiler yolun sonunu göremesek bile, bayrağı devredeceğimiz gençlere yol
açık olacaktır.
Seviyorum pembe gözlüklerimi…
2 Nisan 2014 Çarşamba
SEÇİM ÜZERİNE İKİ KELAM
Dün benim için garip duygularda yüklü bir gündü. Doğumdan
ölüme uzanan eksen üzerinde seçim tartışmaları adı altında insanlığa bir bakış
attığım bir gün oldu.
Tam seçim hayhuyunun olduğu gün kaybettiğimiz, uzun
yıllardır görüşmesem de derinde sevdiğim bir arkadaşımın cenazesiyle başladı
gün. Kendi yaş grubumuzdan birinin vefatını ilk kez yaşamak hayatı yeniden
sorgulama ihtiyacı getiriyor insana. Belki de bu psikolojiyle, cenazeden sonra
bir kafede sohbete devam ettiğimiz sınıf arkadaşlarımızla, seçimleri
konuşurken, kendimiz için geç olsa bile çocuklarımız için devam etmemiz
konusunda hem fikirdik hepimiz. Orada bulunan hiç birimiz seçim gönüllüsü
olarak bu seçimde yer almamış ancak bunun suçluluğunu hissetmiş ve bir daha ki
seçimde kesinlikle bu görevi yapacağımızda da hemfikirdik. Bu güne kadar
yapılmış her seçimde muhakkak oyunu kullanarak vatandaşlık görevini yerine
getirmiş olmanın getirdiği rahatlıkta değildik hiç birimiz. Öğrendik ki sadece
oy kullanmakla bitmiyor bu iş. Verdiğimiz oya sahip çıkmamızda gerekiyor. Ayrıca
seçim sandıklarında görev almış arkadaşlarımın görev sonrası yazdıkları
gözlemlerden de kendi cam fanuslarımızda uzak kaldığımız Türkiye gerçeğinden de
manzaralar gördük. Bu da bize başka bir ders…
Şu anda Ankara Belediye Başkanlığı için mücadele veren
Mansur Yavaş’ın mücadelesini ve mücadeleye destek verenleri takdirle izliyorum.
Eğer seçimi kazanırsa AKP’ye darbe olacağından falan değil. Bir eksik bir fazla
da olsa, bir kısmı hileyle de olsa çoğunluk AKP yönetimini tercih ettiğini
göstermiştir. Oyları azalmış, çoğalmış orasıyla da ilgilenmiyorum. İlgilendiğim
tek şey, Mansur Yavaş’ın efendice, hukuk yolundan giderek hakkını araması ve
onun bu hak arayışında, farklı siyasi görüşlerde çoğunluğu genç olan insan
topluluğu. Toplum son dönemde iyice yok olan adalet ve hukuğa karşı özlemini
ifade edercesine bu mücadeleye sahip çıkmış ve milli iradesini ortaya
koymaktadır. Benim ilgimi çeken işin bu tarafı. Bu nedenle bu mücadeleye destek
veriyor ve Mansur Yavaş’ın, eğer gerçekten hak ediyorsa, adaletin yerini bulup,
bu mücadeleyi diğerlerine örnek teşkil etmesi açısından, Belediye Başkanlığı
seçiminden galip çıkmasını arzuluyorum. Mansur Yavaş bu mücadeleden galip
çıkarsa CHP’de çok sevinip üstüne alınmamalıdır bence. Kazansa da kaybetse de,Sayın
Yavaş ve ona destek olan insanlar, başta CHP olmak üzere toplumun tüm
kesimlerine direnmenin nasıl olması gerektiğini göstermişlerdir. Hukuk yolundan sapmadan, şiddetsiz, adilce...
Akşamüstü ise başka bir arkadaşımın doğumgünüydü. Son
günlerde yaşanan gergin ortam nedeniyle her ne kadar bir kutlama yapmak içinden
gelmediyse de, “hayat devam ediyor” ve “yol uzun, arada mola vermek de lazım”
düşüncesiyle biz birkaç yakın arkadaşı olarak nevalemizi kapıp kapısını çaldık
arkadaşımızın. Seçim ertesi olması sebebiyle eskilerin “haydi hoppa” şeklinde
bir doğumgünü olmadı tabii. Gene ağırlıklı konu olarak seçim konuşuldu doğum
gününde. Oradaki bir arkadaşımız “ niye şaşırıyorsunuz ki, Tayyip ayna tutuyor
bizlere “ dedi. İlk tepki olarak bir çoğumuz “ne aynası, daha neler? “ dediysek
de, arkadaşımızın konuyu derinleştirmesiyle daha derin düşünmeye başladık. Sordu
bizlere; Hanginizin başı kapalı, aynı sofrada yemek yediğiniz, sokakta beraber
yürüdüğünüz arkadaşı var? Çoğumuzun yoktu. Bunun bir sebebi aslında
ötekileştirdiğimizden değil, etrafımızda bu tercihte insanlar olmaması dedim
ben. Bir arkadaşımız ise “benim liseden bir başı kapalı bir arkadaşım var ama
sınıf toplantılarında o kızı aralarında istemiyor diğerleri” dedi. “ Aaa çok
ayıp “ söylemlerinin arasında fark ettim ki aslında kendimize karşı bile dürüst
değiliz. En azından kabul etmeliyim ki ben, Üsküdar Amerikan’lı sınıf
arkadaşlarım arasında seneler içinde tercihini bu yönde kullanmış olan olsa
yadırgardım başta. Ha sınıf toplantılarına gelmesin boyutuna gelmezdi ama gene
de…
Seçimlerden beri Facebook sayfalarında “ listemde AKP’ye oy
vermiş olan varsa silsin kendini “ açıklamaları okuyorum. Bu güne kadar
yazdığım yazılarda siyasi düşüncem zaten belli. Ancak bu tip açıklamalara
tamamen karşıyım. Bu tarz yaklaşımların bizi hiçbir yere taşımadığını gördük,
görüyoruz. Benim kendini düzgünce ifade eden, küfür, hakaret etmeden kendi
düşüncesini paylaşan herkese açık kapım. Özellikle kitabım Durun İnecek Var’ın
sayfasında her görüşten insan olduğunu biliyorum. Hatta sıkı bir AKP yanlısı
bir yazar dostum da var. Bu görüş ayrılığı bizim dostluğumuzu engellemiyor.
Edebiyat ve kitap üzerine güzel güzel sohbet edebiliyoruz. Sayfamın sıkı
takipçilerinden bir üye ile de seçimden evvel siyasi tercihlerimiz ve nedenleri
üzerinde uzun uzun yazıştık. Kendisi bana neden AKP’ye oy vereceğini gayet
güzel anlattı. %100 aynı fikirde olmasam da onun bakış açısının da mantıklı bir
dayanağı olduğundan bana ancak onun tercihine saygı duymak düşer.
Başka bir dostum "siyasi görüş farklılıkları insanı birbirine
yabancılaştırıyor" dedi geçenlerde. Bu güne kadar belki böyle olmuştur ama süreklilik doğruluğunu ispatlamaz. O dostumla da siyaset konusunda anlaşamasak
da hayatın diğer alanlarında çok güzel paylaşımlarda bulunabiliyoruz mesela. Belki
seçim dönemleri gibi herkesin siyasete odaklandığı sıralarda bir yabancılaşma
oluyorsa da, bu dostluğumuzu kesilme noktasına getirmiyor hiçbir zaman. Buna
benzer birçok örnek verebilirim ama ne demek istediğimin anlaşıldığını
düşünüyorum.
Hatırlıyorum da kızımın babası ile ilk beraber olmaya
başladığım zaman, ailem lise mezunu ve yabancı lisanı olmaması yüzünden çok
rahatsız olmuştu. Bir de ailesinin Almanya’da çalışmış bir işçi aile olduğunu
duyunca evlenmeme pek de sıcak bakmamışlardı. Onda ne bulduğum konusunu bir
türlü çözememişler, benim verdiğim “ alıştığınız kalıplara uygun olmayabilir
ama çoğumuzdan daha insan “ cevabı ise bir anlam ifade etmemişti. Bu ailemin “insan
“ olmadığı anlamına gelmiyor. O güne kadar toplumun sessizce kabul görmüş “davul
dengi dengine “ öğretisinin dışa yansımasıydı sadece. Evet, belki doğru her şey
dengine olmalı ama bu denklikte ele alınacak kriterler herkese göre değişken
olabilir. Genel olarak kabul görmüş eğitim, statü, maddi refah, aile gibi
kriterlerin dışında başka noktalarda denklik olmaz mı? Bu arada itiraf edeyim
Galapagos Adaları’nın varlığını eşimden öğrenmiştim mesela. Bazen insanların
okuyamamış olması bilmedikleri anlamına gelmediği gibi, okumuş olmaları da
bildikleri anlamına gelmeyebiliyor yani… Bu gün boşanmış da olsam kızımın babasının
insanlığı konusunda asla ve asla kimseye laf ettirmeyeceğim gibi, insan olarak saygımdan ve sevgimden bir gram
eksilmediğini de belirtmek isterim.
Şimdi bunu niye anlattığıma gelince, toplumun her kesiminde
kemikleşmiş düşüncelerin, inançların varlığına dikkat çekmek istedim. Bu günden
yarına bu düşüncelerin değişmesi çok zor ama imkansız değil. Gezi olayları
sırasında gençlerin bize gösterdiği gibi toplumun her kesimi ile beraberce,
karşılıklı anlayış ve saygı çerçevesinde yaşamak mümkün. Bu noktaya
gelebilmemiz için önyargılarımızdan kurtulmak, cam fanuslarımızdan çıkmak,
ötekileştirmeden birbirimizi dinlememiz gerek. 40 yaş üstü kaçımızın bunu
başarabileceğini bilmiyorum. Bu gün başlasak bile içimize yerleşmiş yargılardan
kurtulmaya belki ömrümüz yetmeyecek ancak arkamızdan gelen gençlik bu olguya
çok daha açık. Belki de bize düşen gençlerin bu açık yüreklerini, zihinlerine
saygı duyarak, onları şekillendirmeden bu yolda onlara eşlik etmeye çalışmaktır.
Önümüzdeki yıllarda, ne yıllarca ötekileştirdiğimiz toplum
kesimi üzerinden yaptığı siyaset ile bu gün iktidarı elinde bulunduran AKP ne
de toplumun belli bir kesimine hitap edebilen CHP ya da MHP kalacak. Kin,
nefret ve öfkeye prim vermeden toplumun her kesimini kucaklayabilen partiler
gelecekte yerlerini alacaklar. Bunun olabilmesi için önce toplum olarak
bizlerin gençlerden örnek alarak bize uymayanı dışlamak yerine, kabul edip
saygı göstermeyi öğrenmemiz gerek. Toplumun genel eğilimi ne yöndeyse siyasette
o yönde şekil alır. Arkadaşımın dediği gibi ne aman her kesimle aynı sofrada yargılamadan,
dostça yemek yiyebilirsek o zaman bu ülke huzura kavuşacak. Belki jenerasyonlar
alacak bu değişim ama eninde sonunda olacak.
Bu yazıyı okuyan bazılarının yazıyı fazla iyimser hatta naif
olarak değerlendireceğini biliyorum. Belki öyle ama hayal etmekle başlar her
şey…