KİTAP YORUMLARI

ÖYKÜ

6 DAKİKA

16 Ocak 2013 Çarşamba

ÜÇÜNCÜ BAHAR



Ece Temelkuran’ın “İkinci Yarısı” kitabına başladım geçen gün. Son günlerde benim de kafamı sıkça meşgul eden bir konu bu. Daha iki-üç bölüm okur okumaz kapattım kitabı. Onun dediklerinden fazla etkilenmeden kendi sözcüklerimi bulmak istedim. Ben bu konuda neredeyim, ne düşünüyorum netleştireyim, öyle okuyayım istedim.

Daha kapakta başladı düşünceler. Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Yaş Otuz Beş” şiirinden etkilenerek otuz beş yaşı ömrün yarısı olarak almış Ece Temelkuran. Gerçekten iki yarıdan mı oluşuyor insanın ömründeki merhaleler? Ben kendimce beşinci bölümdeyim mesela. Başkası için bu sayı başka olabilir. Bölüm sınırlarını yaşla koymak yerine değiştikçe, geliştikçe, başka bir boyuta geçtikçe koymalı sanki.

Kendimi örnek alırsam; çocukluk ve okul çağlarını kapsayan, hala ve henüz ailenin döngüsü içinde yer aldığımız, üniversitenin sonuna kadar olan dönem birinci bölüm. Dünyaya “merhaba” dediğimiz ilk nefes alışımızla başlayan, bombardıman gibi aile ve okulun içimize “biz”i oluşturmak adına bilgi ve ilgi yükledikleri dönem. Nüanslar olsa da çoğumuzun benzer geçirdiği dönem. Sonra gelen, iş veya evlilik adı altında dünyaya açıldığımız, bize yüklenenleri gösterdiğimiz, sattığımız ikinci dönem. Üst başlıkları aynı olsa da alt açılımları birbirinden farklı olan bir zaman dilimi. Kimimizin bize yüklenenleri olduğu gibi kabul ederek dümdüz yol aldığı, kimimizin ise yavaş yavaş sorgulamaya başlayarak biraz daha çetrefil yollar seçtiği.

İşte bu noktada ayrılabiliyor insanların bölümleri. Bazıları bu bölümde kendi benliklerine ebeveynlik, müdürlük gibi yeni statüler eklediklerinden, bu bölüme takılı kalıp belki çok sonraları yeni bir bölüm daha açıyor. Diğerleri ise bu bölümü çocuklu veya çocuksuz boşanıp ya da her şeye baştan başlamayı göze alarak iş, sektör değiştirip kapatarak, yeni bir sayfa açıyorlar hayatlarında. Bu diğerleri habire bızık bızık her şeyi sorgulayanlar zaten. Bu ikinci kategoriye dahil olanlar, yeni bir “ben”le yola devam ediyorlar taptaze umutlarla. Başka bir dönemece gelinceye kadar ki, bu da çoğunlukla yeni bir evlilik, çocuk ya da işte üst düzey pozisyonlar, iş kurmalarla oluyor. Tabii bunların biri veya öbürü olacak diye bir şey yok.  Sadece biri veya hepsi birden de olabilir.

Kimine göre üçüncü kimine göre dördüncü bölüm ilginç. Artık hayatta istediğini elde etmiş, duruşunu belirlemiş hissediyor insan. Bir güruh olarak çıktığı birinci bölümden sonra en nihayet kendi benliğini oturtmuş, çizgisini belirlemiş, uyumluluk ve aykırılık noktalarını sabitlemiş bir özgüvenle yola devam ediyor. Özdemir Erdoğan’ın  “İkinci Bahar” şarkısını mırıldanıyor kendi kendine. Her şey iyi güzel de bir de çakıl taşları batmasa ayağına. Başlarda huzur içinde geçen dönem yaş ilerledikçe yeni sorgulamalara yol açıyor. Kimi iş hayatında ulaşmak istediği en tepe noktaya ulaştığında bakıyor ki aslında yapmak istediği bu değil. Kimi çocukları büyütme telaşında kendini unutmuş, çocuklar kendi yollarına gittiğinde kalıyor tanımadığı kendiyle baş başa. Kimi çocuklar uğruna anlaşamadığı bir eşle oturmuş senelerce. Kiminin taa çocukluğundan beri yaşam gailesi içinde hep bastırmayı seçtiği yaralar çıkıyor birer birer. Kimi yapmak istediklerini yapmış, elde etmek istediklerini elde etmiş ama bakıyor ki daha önünde çok zaman var.  Özetle çoğunlukta bir “Ee şimdi ne olacak?” sorusu baş gösteriyor. Halinden memnun mesut, sorgulamadan, yeni bir döneme girmeden,  hayatlarının sonuna kadar bu döngüde gidenler de var tabii.

İşte bu bölüm en güzel bölüm bana göre. Bugüne kadar olanlarla, olmayanlarla olgunluğa eriştiğimiz, sırt çantamıza yaşanmışlıklarımızın tecrübesini yükleyip içimizdeki en güzeli, en doğruyu çıkarabildiğimiz dönem. Hayatımızda ciddi bir “mıntıka temizliği”  yapıp, bugüne kadar bize engel olan tüm hırs, kırgınlık, kızgınlık, öfke, anılar, yaralar ve bunlara sebep olan insanlardan arınıp hayata neşe, keyif ve iç huzurla bakabileceğimiz dönem.  Tüm bize yüklenilmiş –meli, –malı’ları kendi doğrularımız çerçevesinde değerlendirip, kendi –meli, –malı’larımızı oluşturabildiğimiz dönem. Mutluluğumuzun kaynağının başkalarında değil, kendimizde olduğunu keşfettiğimiz dönem.   Bize biçilmiş kaftanları çıkarıp, üstümüze, ruhumuza uygun kılıfları geçirdiğimiz dönem. Aşkın, sevginin gerçek anlamını öğrendiğimiz dönem. Aşkla yolu kesişmeyenlerimizin bile hayattan zevk almayı becerebildikleri dönem. Kendi özümüzle tanışıp, kendimizle barıştığımız dönem. Kendimizi affedip, korkularımızla, zaaflarımızla kendimizi kabul edip sevdiğimiz…  Ondan sonra gelsin üçüncü bahar. Ha bundan sonra başka bir dönem olacak mı, henüz yaş itibari ile bilemiyorum. Olursa onu da yazarız günü geldiğinde…

11.11.2011


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder