Ece Temelkuran’ın “İkinci Yarısı” kitabına başladım
geçen gün. Son günlerde benim de kafamı sıkça meşgul eden bir konu bu. Daha
iki-üç bölüm okur okumaz kapattım kitabı. Onun dediklerinden fazla etkilenmeden
kendi sözcüklerimi bulmak istedim. Ben bu konuda neredeyim, ne düşünüyorum
netleştireyim, öyle okuyayım istedim.
Daha kapakta başladı düşünceler. Cahit Sıtkı
Tarancı’nın “Yaş Otuz Beş” şiirinden etkilenerek otuz beş yaşı ömrün yarısı
olarak almış Ece Temelkuran. Gerçekten iki yarıdan mı oluşuyor insanın ömründeki
merhaleler? Ben kendimce beşinci bölümdeyim mesela. Başkası için bu sayı başka
olabilir. Bölüm sınırlarını yaşla koymak yerine değiştikçe, geliştikçe, başka
bir boyuta geçtikçe koymalı sanki.
Kendimi örnek alırsam; çocukluk ve okul çağlarını
kapsayan, hala ve henüz ailenin döngüsü içinde yer aldığımız, üniversitenin
sonuna kadar olan dönem birinci bölüm. Dünyaya “merhaba” dediğimiz ilk nefes
alışımızla başlayan, bombardıman gibi aile ve okulun içimize “biz”i oluşturmak
adına bilgi ve ilgi yükledikleri dönem. Nüanslar olsa da çoğumuzun benzer
geçirdiği dönem. Sonra gelen, iş veya evlilik adı altında dünyaya açıldığımız,
bize yüklenenleri gösterdiğimiz, sattığımız ikinci dönem. Üst başlıkları aynı
olsa da alt açılımları birbirinden farklı olan bir zaman dilimi. Kimimizin bize
yüklenenleri olduğu gibi kabul ederek dümdüz yol aldığı, kimimizin ise yavaş
yavaş sorgulamaya başlayarak biraz daha çetrefil yollar seçtiği.
İşte bu noktada ayrılabiliyor insanların bölümleri.
Bazıları bu bölümde kendi benliklerine ebeveynlik, müdürlük gibi yeni statüler
eklediklerinden, bu bölüme takılı kalıp belki çok sonraları yeni bir bölüm daha
açıyor. Diğerleri ise bu bölümü çocuklu veya çocuksuz boşanıp ya da her şeye
baştan başlamayı göze alarak iş, sektör değiştirip kapatarak, yeni bir sayfa
açıyorlar hayatlarında. Bu diğerleri habire bızık bızık her şeyi sorgulayanlar
zaten. Bu ikinci kategoriye dahil olanlar, yeni bir “ben”le yola devam
ediyorlar taptaze umutlarla. Başka bir dönemece gelinceye kadar ki, bu da
çoğunlukla yeni bir evlilik, çocuk ya da işte üst düzey pozisyonlar, iş
kurmalarla oluyor. Tabii bunların biri veya öbürü olacak diye bir şey yok. Sadece biri veya hepsi birden de olabilir.
Kimine göre üçüncü kimine göre dördüncü bölüm
ilginç. Artık hayatta istediğini elde etmiş, duruşunu belirlemiş hissediyor
insan. Bir güruh olarak çıktığı birinci bölümden sonra en nihayet kendi
benliğini oturtmuş, çizgisini belirlemiş, uyumluluk ve aykırılık noktalarını
sabitlemiş bir özgüvenle yola devam ediyor. Özdemir Erdoğan’ın “İkinci Bahar” şarkısını mırıldanıyor kendi
kendine. Her şey iyi güzel de bir de çakıl taşları batmasa ayağına. Başlarda
huzur içinde geçen dönem yaş ilerledikçe yeni sorgulamalara yol açıyor. Kimi iş
hayatında ulaşmak istediği en tepe noktaya ulaştığında bakıyor ki aslında
yapmak istediği bu değil. Kimi çocukları büyütme telaşında kendini unutmuş,
çocuklar kendi yollarına gittiğinde kalıyor tanımadığı kendiyle baş başa. Kimi
çocuklar uğruna anlaşamadığı bir eşle oturmuş senelerce. Kiminin taa
çocukluğundan beri yaşam gailesi içinde hep bastırmayı seçtiği yaralar çıkıyor
birer birer. Kimi yapmak istediklerini yapmış, elde etmek istediklerini elde
etmiş ama bakıyor ki daha önünde çok zaman var.
Özetle çoğunlukta bir “Ee şimdi ne olacak?” sorusu baş gösteriyor. Halinden
memnun mesut, sorgulamadan, yeni bir döneme girmeden, hayatlarının sonuna kadar bu döngüde gidenler
de var tabii.
İşte bu bölüm en güzel bölüm bana göre. Bugüne kadar
olanlarla, olmayanlarla olgunluğa eriştiğimiz, sırt çantamıza yaşanmışlıklarımızın
tecrübesini yükleyip içimizdeki en güzeli, en doğruyu çıkarabildiğimiz dönem.
Hayatımızda ciddi bir “mıntıka temizliği”
yapıp, bugüne kadar bize engel olan tüm hırs, kırgınlık, kızgınlık,
öfke, anılar, yaralar ve bunlara sebep olan insanlardan arınıp hayata neşe,
keyif ve iç huzurla bakabileceğimiz dönem.
Tüm bize yüklenilmiş –meli, –malı’ları kendi doğrularımız çerçevesinde
değerlendirip, kendi –meli, –malı’larımızı oluşturabildiğimiz dönem.
Mutluluğumuzun kaynağının başkalarında değil, kendimizde olduğunu keşfettiğimiz
dönem. Bize biçilmiş kaftanları çıkarıp,
üstümüze, ruhumuza uygun kılıfları geçirdiğimiz dönem. Aşkın, sevginin gerçek
anlamını öğrendiğimiz dönem. Aşkla yolu kesişmeyenlerimizin bile hayattan zevk
almayı becerebildikleri dönem. Kendi özümüzle tanışıp, kendimizle barıştığımız
dönem. Kendimizi affedip, korkularımızla, zaaflarımızla kendimizi kabul edip
sevdiğimiz… Ondan sonra gelsin üçüncü
bahar. Ha bundan sonra başka bir dönem olacak mı, henüz yaş itibari ile
bilemiyorum. Olursa onu da yazarız günü geldiğinde…
11.11.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder